Cihatçı grupların Halep’e saldırısı sonrasında bir araya gelen Türkiye ve İran dışişleri bakanları iki temel konuda görüş ayrılıklarını ortaya koydu.
Bu görüş ayrılıklarından ilki, Suriye’deki olaylarda dış faktör olup olmaması, ikincisi de Astana modelinin işe yarayıp yaramadığı konusuydu.
Suriye’de dış faktör bolluğu
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Halep’e saldırıda dış faktör olmadığını belirtirken, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi dış faktör bulunduğunu ifade etti. İki bakanın bu konudaki görüşleri şöyleydi:
Hakan Fidan: “Suriye’deki olayları dış faktörle açıklamaya çalışmak yanlıştır. Bu, gerçekleri anlamak istemeyenlerin sığındığı sığınaktır, hatadır.”
Abbas Erakçi: “Suriye’deki terör grupları ABD ve İsrail’le ilişkili. Bu gruplar Suriye’de güvensizlik yaratıyor. Siyonist rejimin, bu gerilimin çıkmasındaki rolünü gözardı etmek büyük hata olur.”
Peki gerçek ne?
Tahran’ın terör grubu, Ankara’nın ise muhalif grup dediği bu örgütlerin önemli bir kısmı başlı başına dış faktör zaten. Doğu Türkistan İslam Partisi başta, Tacik ve Özbek gruplar bir yanda, Afganistan ve Pakistan ile irtibatlı gruplar, Kafkas kökenliler dış faktör değil mi? Şu anda cihatçı grupların karadan saldırdığı Halep-Hama hattını iki aydır havadan vuran İsrail dış faktör değil mi? Suriye’nin kuzeydoğusunda askeri varlık gösteren ABD dış faktör değil mi? Halep’e saldıran HTŞ ve Suriye Milli Ordusu’nun elindeki gelişmiş askeri teçhizatların kaynağı dış faktör değil mi?
Fidan’ın Astana çıkışı
Ancak daha önemlisi Astana sürecine dair değerlendirmedeki farktı. Bu iki konuda bakanların öne çıkan değerlendirmesi şöyle oldu:
Hakan Fidan: “Sorunlar Astana süreci ile yönetilecek bir durum olmaktan çıktı.”
Abbas Erakçi: “Astana sürecini destekliyoruz. Bu sürecin tıkanmasını engellememiz lazım.“
Sorun tam da Astana anlaşmalarına tam olarak uyulmamasından kaynaklanmaktadır aslında. Astana anlaşması, İdlib’deki grupların öncelikle silahsızlandırılmasını içermektedir. Bu konuda sorumluluğu alan Ankara’dır. Ancak İdlib’deki gruplar silansızlandırılamadığı gibi, daha fazla silahlanmıştır; Türkiye’nin de terör örgütü kabul ettiği HTŞ İdlib’de hükümet kurmuş durumda!
Dolayısıyla Astana’daki sorumluluğunu yerine getirmeyen Ankara’nın, sorunların Astana süreci ile yönetilmekten çıktığını savunması fazlasıyla sorunludur.
ABD’nin hedefi zaten Astana modeli
Suriye’deki sorunların çözülmesinde iki model var: Astana modeli ve Washington modeli…
Türkiye, ilk dönemde Washington modelini uyguluyordu; ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar cephesi, Esad yönetimini yıkmaya çalışıyordu. Bu modelin Suriye’yi bölünmeye götüreceği gerçeği ve ABD-PKK ilişkisi, Ankara’nın bu modeli adım adım terk etmesine neden oldu.
Türkiye, ikinci dönemde Astana modelini uygulamaya başladı; Rusya ve İran ile Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasal birliği temelinde ittifak kurdu. Ancak Ankara ne yazık ki Şam’la normalleşmeyi sağlamayarak, sürecin hızlı ilerlemesini engellemiş oldu.
Astana Platformu, bir model olarak ABD’nin en istemediği durumdu. Washington bu dönem boyunca iki temel hedefi uygulamaya çalıştı:
1) Ankara’nın Şam’la normalleşmesine karşı çıktı.
2) Türkiye’nin Rusya ve İran’la arasını bozmaya çalıştı.
Ne yapmalı?
Görüleceği üzere Suriye’de hâlâ iki model mevcuttur: Astana modeli ve Washington modeli…
“Sorunların Astana süreci ile yönetilecek olmaktan çıktığını” savunmak, Ankara’yı yeniden Washington modeline savurur. Tersine, Ankara Astana anlaşmalarıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirdiğinde, sorunların bu süreçle ne kadar hızlı çözülebildiği görülecektir.
Aslında sadece ABD’nin Astana karşıtlığına bakarak bile “nasıl konumlanmalı” sorusuna yanıt vermek mümkün. Çünkü Astana süreci, Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye’deki sorunlara çözüm aradığı bir süreç olmayı aşmış, üç ülkenin geniş bölge perspektifini uyumlaştırmasının platformuna dönüşmüştür. Azerbaycan’ın 30 yıl sonra Karabağ’daki topraklarını kurtarabilmesinde o uyum etkili oldu, Kafkasya’daki sorunlara karşı 3+3 platformu oluşturulmasında o uyum etkili oldu…
Kısacası, Astana bir modeldir ve Türkiye’nin geniş bölge komşularıyla birlikte geniş bölgede dış faktörlerin cirit atmasının önünde engeldir. Dolayısıyla Astana sürecinden vazgeçmek büyük hata olur, tersine Ankara bu sürecin geliştirilmesini, platformun diğer komşularla güçlendirilmesini ve bir barış ortaklığına dönüşmesini savunmalıdır.
Fidan’ın açıklaması bir son değildir. Astana’nın üç ortağı önümüzdeki günlerde bir araya gelme kararı aldı. Dolayısıyla Astana’yı riske atma yanlışından çıkma olanağı hâlâ var elbette…
Mehmet Ali Güller