Uluslararası ilişkilerin temeli ve ABD’nin tutumu
Barış Doster
Uluslararası ilişkilerde, dış politikada eşit ilişki, karşılıklı saygı ve stratejik anlayış çok önemlidir. Bunlar sağlıklı, sürdürülebilir, dengeli ve istikrarlı ilişkilerin temelidir, zeminidir. O nedenle devletlerin bu temel üzerinden ilerlemesi gerekir. Karşılıklı olarak içişlerine saygı, mütekabiliyet, iyi niyet gibi ilkeler gözetilmeden, ülkeler arasında güvenlik ilişkilerden bahsedilemez.
Ne var ki bu temel ilkeler, kurallar, değerler ABD’nin hoşuna gitmez. ABD, kendisinin sadece politik açıdan değil, teolojik açıdan da üstün ve ayrıcalıklı olduğunu düşündüğü için, kendi güvenliğini, önceliğini ve çıkarını dünyanınkiyle bir ve bütün tuttuğu için dünyaya bakışı sorunludur. Fakat bu hastalıklı bakış açısından kurtulması kolay da değildir.
Oysa ABD’nin nesnel durumu, ekonomik gidişatı, aşınan hegemonyası bir yana, ABD’nin en büyük rakip olarak nitelediği Çin’in ekonomik görünümü de ABD’nin bu sorunlu bakış açısını değiştirmek zorunda olduğunu göstermektedir. Çünkü ABD’nin onca gayretine karşın, Çin ekonomik atılımlarını sürdürmektedir. Örneğin, 2024 yılının ilk çeyreğinde Çin’in gemi ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 113,1 oranında artmıştır. Örneğin, Çin’de halen 26 nükleer santral inşa edilmektedir ve bu sayı itibarıyla Çin, dünya lideri olmayı sürdürmektedir. Örneğin, 2024 yılının ilk çeyreğinde Çin ile Avrupa arasında yapılan yük treni seferlerinin sayısı, yıllık yüzde 9 artışla 4 bin 541’e ulaşmış, taşınan yük hacmi de yüzde 10 artışla 493 bin konteyner olmuştur. Örneğin, Çin - Avrupa tren seferleri, Çin’in 120 kentiyle 25 Avrupa ülkesinden 222 kenti birbirine bağlamaktadır. Örneğin, 2024 ASEAN ile Çin, Japonya ve Güney Kore Bölgesel Ekonomik Görünümü raporu, Çin ekonomisinin 2024’te yüzde 5,3 oranında büyüyeceğini öngörmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu göstergeler ve ABD ekonomisinin durumu dikkate alınırsa şu açıkça söylenebilir: ABD’nin ekonomik modelinin mutlaklığı, kusursuzluğu, benzersizliği yönündeki iddialar temelsizdir. Öte yandan Çin’in ekonomik başarısı da açıkça görülmektedir. Bu şartlarda yapılması gereken, ekonomi politik düzlemde, ideolojik bağlamda ABD modeline, ABD emperyalizmine, ABD tahakkümüne, ABD hegemonyasına doğrudan karşı çıkmaktır. Karşı çıkışları, itirazları, muhalefeti daha da yükseltmektir ki buna ilişkin önemli işaretler söz konusudur; dünyada ve yer yer de batıda.
ABD işte bu gidişatı önleyemediğinden, Çin’i yakın çevresinden kuşatmaya, bu amaçla ABD’nin bölgedeki müttefiklerini daha çok seferber etmeye çalışmaktadır. Aynı politikayı, Rusya’ya karşı da izlemektedir. ABD, Ukrayna’daki savaşın ve Gazze’deki İsrail vahşetinin gösterdiği gibi, onca çabasına karşın, ne cephede ne de diplomasi masasında umduğunu bulabilmiştir.
Hem ABD’nin kendi içinde ülkelerinin bu politikalarını sorgulayan yurttaşların sayısı artmaktadır hem de dünyada ABD karşıtlığı daha da yükselmektedir. ABD’nin savaş kışkırtıcılığı, savaşları uzatma isteği, saldırganlara verdiği sınırsız destek dünya barışının önündeki en büyük engelin, ABD’nin bizzat kendisi olduğunun kanıtıdır.