Bu yılki APEC Peru Zirvesi ve G20 Brezilya Zirvesi ABD Başkanı Biden’ın adeta veda toplantısı haline geldi. APEC Zirvesi'nde Asyalı liderlere veda ederken G20 Brezilya Zirvesi'nde özellikle son dört yıldan beri adeta kanlı bıçaklı olduğu Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile bir araya geldiği toplantıda duygusal anlar yaşandı. Biden, hemen hemen her yıl farklı etkinliklerde bir araya geldiği Xi Jinping ile Çin-ABD ilişkilerinin geleceğine yönelik görüş alışverişinde bulundu.
Görüşmede, Xi Jinping Çin’in şahıslara endeksli bir politika belirlemediğini, ABD’de yönetimde kim varsa onunla çalışmaya hazır olduklarını, önemli olanın Çin-ABD ilişkilerinin sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde devam etmesinin olduğunun altını çizdi. Fakat Çin konusunda belki Amerikan siyasetinde anlaşılamayan en önemli nokta Çin’in Xi tarafından tek başına yönetilen bir ülke olduğu algısıdır. Oysa Çin’i Çin Komünist Partisi yönetmektedir. Xi, parti adına koordinasyonu yürütmekle ve ülkeyi temsil etmekle yükümlüdür. Bu da aslında ortaya şahsi ilişkiler veya politikalardan öte kurumsal ilişkiler ve politikaları öne çıkarır ki esas uzun ömürlü olan bu politikalardır. Şahıslar gelir gider ve geçicidir ama kurumlar yaşamaya devam eder. Lakin Amerikan medyası sanki Xi gidince bütün mevcut durumun değişeceği gibi bir düşünceye sahip.
Aslında bu gerçeği en iyi Mike Pompeo'nun Dışişleri Bakanlığı sırasında Trump yönetimi görmüştür. Trump görevinin son günlerinde Çin’e yönelik söylemini değiştirerek Çin devletini doğrudan hedef almak yerine Çin Komünist Partisi'ni hedef almaya başlamış; hatta "Çin Komünist Partisi’ne dünyayı yönettirmeyeceğiz" demiştir. Bu ifade sıradan veya tesadüfen söylenmiş bir ifade değildir. Bunun iki ana amacı vardı: Bunlardan birincisi, Çin’de gerçek güç sahibinin Çin Komünist Partisi olduğu gerçeği ve diğeri de ABD’nin takip ettiği husumeti jeopolitik düzlemden ideolojik düzleme çekme arayışı… Çünkü jeopolitik düzlemde sürdürülen bir mücadele sadece o jeopolitik konjonktürden faydalanan, nemalanan güçlerin işine yarayacağı için bu mücadeleye uluslararası destek bulmakta ABD zorlanabilirdi ve gerçekten de zorlandı. Örneğin Avrupa Birliği ticari savaşlara ekonomik kayıpları gerekçe göstererek hep karşı çıktı. Ama konu ideolojik tehdit ve meydan okumalar olunca aşırı sağın yükseldiği Avrupa’da Soğuk Savaş döneminin hayaleti bir kez daha hortlama imkanı buldu. Bu durum sadece Avrupa’da değil dünyanın birçok yerinde destek buldu. Bir bakıma ABD ve Trump yönetimi yeniden kızıl tehdidi canlandırmış oluyordu. Çin tehdidi yerine artık kızıl tehdit vardı.
Kendisini bir barış havarisi gibi gösterip masum kisvesi altına saklanmaya çalışan Biden, aslında dünyayı yeniden savaşlar ve çatışmalar yüz yılına sokmayı başaran yegane Amerikan başkanıdır. Göreve savaşlara son vereceği sözüyle gelip yeni savaşlar icat eden tek başkandır. Avrupa’da Ukrayna Savaşı'nın çıkmasına neden olan, Ortadoğu’da İsrail’in katliamlarına çanak tutan ve daha önemlisi Çin’i savaş ve çatışma zeminine çekmeye çalışan ve bu bağlamda Japonya, Avustralya, Güney Kore ve Filipinleri silahlandıran ve bir şekilde Çin’le karşı karşıya getiren ve bunun yanında Pasifik bölgesini ittifaklar çöplüğüne çeviren bizzat Biden’in kendisidir. Güney Çin Denizi sorununu kaşıyan ve ısıtan, bunun yanında Taiwan’ı kışkırtarak Çin’in önüne atan ve görevdeki ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Taiwan’ı ziyaret etmesine göz yuman yine Biden’dır.
Peru’daki görüşmede hiçbir şey olmamış gibi Biden, Xi Jiping’den Ukrayna’daki savaşa son vermesini ve Kuzey Kore’nin Rusya’ya asker göndermesini durdurmasını istemiştir. Oysa Çin'in temel dış politikası ülkelerin içişlerine karışmamaktır. Bu nedenle, Çin meseleyi bu pencere üzerinden bakmaktadır. Yani Xi Jinping, Kuzey Kore ve Rusya’ya ne tavsiyede ne de dayatmada bulunur zira tartışmaya konu olan mevzular her iki ülkenin de kendi içişlerine ait kararlardır. Bugüne kadar Çin bunun aksi politikaları savunan ve uygulayan ülkeleri eleştirmiş ve çok kutuplu yeni dünya sisteminde içişlerine müdahale gibi ülkelere belirli kalkınma yollarını ve siyasi rejimleri izlemeye ve benimsemeye yönelik tüm baskılara ve zorlamalara karşı çıkmaktadır.