Suriye'de neyi amaçlıyoruz? Neyi amaçlamalıyız?

Suriye’de 2011 yılında patlak veren savaşa müdahil olduğumuz zaman komşu ülkeyi siyasi açıdan yeniden yapılandırmayı amaçlıyorduk. Amacımız Suriye’yi ‘demokratikleştirmek’ idi. Yönetimi ‘diktatör’ veya aşırı baskıcı olmakla suçluyor ve 1980’lerde Hafız Esat’a suikast girişimi sonrası yönetimin gerçekleştirdiği Hama katliamlarının ardından siyasetin dışına itilen Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) hareketi üyelerinin kabineye alınmasını Beşar Esat’a telkin ediyorduk.

Oysa aynı Beşar Esat ve hatta babası Hafız Esat ile 1998’den itibaren fevkalade yakın ilişkiler kurabilmiştik. Öyle ki, 2000 yılında babasının ölümü üzerine görevi devralan Beşar Esat ile 2002 yılında iktidara gelen AK Parti arasındaki dostluk ilişkileri dünya siyasi tarihinde hiç kaydedilmeyen noktalara gelmişti. Ortak kabine toplantılarından liderler ve aileleri arasında ortak tatile çıkmalara kadar yakınlık, dostluk ve hatta kardeşlik ilişkilerinin bütün unsurları yaşanmıştı.

Azerbaycan ile ilişkilerimiz ‘iki devlet bir millet’ ise o yıllarda Suriye ile ilişkilerimizi de ‘iki millet bir devlet’ olarak tanımlamak mümkündü. Öyle bir yönetime karşı İsrail’in güvenliğini sağlamak amacıyla başlatılan kirli savaşa doğrudan veya dolaylı olarak dahil olmak ulusal çıkarlarımız açısından oldukça yanlıştı. Savaşın başlamasından sonra Suriye’de ‘rejim’ adını verdiğimiz hükümeti devirmeden bu işin peşini bırakmama ve Suriye’yi yeniden yapılandırma politikasında ısrarcı olmamız da o denli yanlıştı ve sebep olduğu büyük maliyetlerden dolayı ulusal çıkarlarımıza tam manasıyla aykırıydı. Fakat ideolojik dış politika anlayışı Türkiye’ye ağır maliyetler yüklemişti.

Suriye'yi yeniden yapılandırmadan ziyade çıkar odaklı dış politika

Yıllar içinde Suriye’deki yönetimin beklenildiği gibi üç veya altı ayda devril(e)memesi, Batılı devletlerin rejim değişikliği politikasından yavaş yavaş çark etmeleri, Arap devletlerinin Esat yönetimi ile normalleşmeleri gibi pek çok sebep bizim hükümeti Esat’ı devirme politikasından yavaş da olsa vaz geçirip ulusal çıkar odaklı yeni bir çizgiye getirir gibi olmuştu.

Aradan geçen yıllarda milyonlarca sığınmacının ülkemize yığılması, ekonomik bir krizde halkın bu sığınmacıların ve kaçakların varlığını krizin bileşenlerinden birisi olarak algılamaya başlaması ve PKK/PYD’nin güç boşluğundan faydalanarak Fırat’ın kuzey doğusunu ele geçirmesi gibi sebeplerle ulusal çıkar esaslı yeni bir çizginin kabaca belirginleştiğini görmeye başlamıştık. Bunun iki ana ayağı vardı: sığınmacıların geri gönderilmesi ve PKK/PYD varlığının yok edilerek kalıcı olmasına mâni olmak… Esat ile normalleşme bu iki amaca hizmet edecekti…

Şimdi Esat’ın ülkesinden kaçması sonucu HTŞ ve bileşenlerinin yönetimi ele geçirmesiyle birlikte Türk dış politikasının başladığı noktaya yeniden dönmekte olduğu gözleniyor. Oysa, birkaç ay öncesine kadar ulusal çıkar olarak belirlenen konulara yoğunlaşmak yerine Suriye’nin yeniden yapılandırılmasına dönmemek gerekir; çünkü orta hatta kısa vadede önümüzdeki aylarda Suriye’de neler olabileceğini tahmin etmek epeyce zor.

Örneğin Türk yetkililerin sıklıkla vurguladıkları gibi Suriye halkı barış ve istikrar içinde ‘demokratik’ bir yönetime kavuşabilir. Öte yandan böyle bir barış ve istikrarın mevcut milli-üniter bir anayasal yapı içerisinde mi sağlanacağı yoksa bir federasyona mı gidileceği de belli değil. Federasyona doğru evrilmesi Türkiye’nin bunca mücadelesinin sıfırla çarpılmasına sebebiyet verebilir. PKK/PYD’nin önde gelen bazı elemanlarının başlangıçta biraz geride durup kravat takmaları ve diğerlerinin ön plana çıkmasıyla oluşturulacak bir ‘Kürdistan otonom bölgesi’ Türkiye için hem bir milli güvenlik hem de ulusal bütünlük sorunu oluşturur; çünkü Suriye’deki bir federal yapının kalıcı olması beklenmemelidir.

Dünyanın neredeyse her bölgesindeki çok etnili federasyonların birbiri ardına yıkıldıkları ve diğer bazılarının da yıkılmasının/ayrışmasının beklendiği bir dönemde Orta Doğu’da herkesin özellikle de Amerika ve İsrail’in sürekli karıştırdığı/karıştıracağı bir Suriye federasyonun kalıcı olması düşünülemez. Olsa olsa bir sonraki bölünmenin sınırlarının çizilmesi anlamına gelir.

Somut adımlar

Dolayısıyla bir yandan Suriye’nin yeniden yapılandırılması mesaisinin içinde bulunsak bile esas olarak sığınmacıların geri gönderilmesi ve Fırat’ın kuzey doğusundaki çıban başının sökülüp atılmasına yoğunlaşmakta fayda vardır. Madem ki, mevcut halde HTŞ ve bileşenlerinin yönetimindeki Suriye ile oldukça iyi ilişkiler içerisindeyiz, o halde bu yönetimle hemen bir sığınmacılar mutabakatı imzalamak yerinde olabilir. Böylece Türkiye’deki sığınmacıların hepsinin geri gönderilmesi, evlerine yerleşmeleri, evleri yoksa veya içinde başkaları oturuyorsa başka yerlere yerleştirilmeleri gibi konuların hepsinin mevcut yönetim tarafından ele alınması sağlanmış olur. Ayrıca burada doğan çocuklar, burada yapılan evlilikler gibi bütün her şey Suriye’nin kayıtlarına girer.

Öte yandan hemen Fırat’ın doğusuna yapacağımız bir askeri harekât ile PKK/PYD’nin temizlenmesi Türkiye’ye durumsal üstünlük kazandırır. Böyle bir temizlik operasyonu ile Amerika’da Trump ve ekibi göreve geldiğinde yapacağı durum değerlendirmesinde bu bölgede onların tabiriyle bir Kürt bölgesi olmayacak ve hazırlanması muhtemel bir federal anayasada da böyle bir bölge yer almayacaktır. Böyle bir durumda Türkiye Suriye’nin yeniden yapılandırılmasına dair kendisi açısından ikincil öneme sahip konuda federasyona gerek olmadığı tezinden hareket edebilir; çünkü diğerlerinin hepsi (Sünni, Alevi, Hristiyan, Durzi vd) sonuçta Arap olup onlara uygun bir milli-üniter ve hatta yumuşak seküler yönetim telkininde bulunabilir. Arap olmayanlar ise (Türkmenler ve Kürtler) azınlık hakları elde edebilirler. Aksi takdirde işler istediğimiz gibi ilerlemeyecektir.