Su olmadan büyük İsrail kurulamaz!

Birinci Dünya Savaşı, Filistin topraklarını Yahudilere yurt olmasını sağladı. İkinci Dünya Savaşı ise İsrail devletinin bu işgal edilen Filistin topraklarında kurulmasını sağladı. Şimdi İsrail üçüncü bir savaşın peşinde, böylelikle büyük İsrail projesini hayata geçirebilecek. İsrail'in şu anda iki önemli kritik ihtiyacı var; bunlardan birisi tatlı su, ikincisi güvenlik. Petrol ne olacak denilebilir. Petrol bir şekilde tedarik edilebiliyor, Amerikan petrol şirketleri Yahudi sermayesinin kontrolü altında. Ancak tatlı su ihtiyacını karşılamak o kadar kolay değil. Bu nedenle bir dönem Nazi Almanya’sının temel ideolojisini oluşturan yaşam sahası politikasını bugün İsrail su ve güvenlik adına takip ediyor.

Lübnan operasyonunu Litani nehri üzerinde sınırlamış olan İsrail gerçekte ise nehri geçmiş durumda. Birçok uzman İsrail’in Litani nehrini ilhak  edeceği konusunda hem fikir. Çünkü İsrail’in yukarıda da belirtildiği üzere tatlı suya ihtiyacı var. Bugün damlama su yöntemiyle tarım yapıyor, iyide verim alıyor lakin büyük İsrail stratejisi için yeterli değil. Taşıma suyla tarım yapmak İsrail’in günlük ihtiyaçlarını gideriyor ama büyük İsrail’i kuracak kadar değil. İsrail, uzun süre Türkiye ile Manavgat nehrinin suyunu almak için müzakere etti. ABD, bu noktada önemli rol oynadı. Prensip üzerinde anlaşılsa da sonradan Türkiye-İsrail ilişkilerinde meydana gelen gelişmeler nedeniyle rafa kaldırıldı. Türkiye, şu anda buna benzer bir projeyle KKTC’ye deniz altından tatlı su tedarik ediyor. Bugün, İsrail’in bayrağında bile iki çizgi olarak gösterdiği Fırat ve Nil nehirleri üzerinde İsrail’in hesabı yok dersek yanılırız.

Bugün İsrail, Orta Doğu’da hem güvenlik hem de paylaşım savaşı veriyor. Meselenin Hamas ve Hizbullah boyutu aslında işin görünen kılıfı. Geri planda ise İsrail’in yayılmacı siyasetinin ayak izleri bulunmaktadır. Bu yayılmacı siyaset İsrail’in kendisinin daha güvenli olacağı bir coğrafya yaratma arayışıdır. Bu bağlamda, önce kendi içerisindeki “tehdit” olarak gördüğü Hamas’ı ve İsrail yönetimine başkaldıran radikal Filistinlileri, İsrail topraklarının dışına çıkarmak ya da bir başka deyişle İsrail’i Filistinsizleştirmek  kalan ılımlı ve seküler Filistinlileri ise İsrail’in bir parçası haline getirmek.

Ardından İsrail’in yakın çevresini İsrail için güvenli bir hale getirmek; hatta arka bahçesi haline çevirmektir. Bu bağlamda, buradaki İsrail karşıtı grupların ortadan kaldırılması birinci öncelik. Bu nedenle İsrail ile Hizbullah arasında hiçbir zaman bir barış görüşmesi veya müzakeresi olmayacak çünkü İsrail, Hizbullah’ı ortadan kaldırmanın İsrail için bir beka meselesi olduğunun farkında ve bu noktada ABD’nin açık desteğini almış durumdadır. Bakınız Hasan Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra yerine geçeceği konuşulan Haşim Safiyüddin de birkaç gün önce Hizbullah’ın kalesi Dahiye’de İsrail tarafından düzenlenen saldırıda öldüğü iddia edildi. Bu iddia İsrail ordusu tarafından dile getirildi ve  İsrail medyası tarafından yayıldı; ancak Hizbullah’tan gelen haberlere göre  birkaç günden beri Haşim Safiyüddin ile iletişimin kesildiği, kendisinden haber alınamadığı yönünde.

Genel sekreter yardımcısı Naim Kasım’ın da adı liderlik için geçiyordu. Eğer Haşim Safiyüddin haytanı kaybettiyse liderlik sırası Naim Kasım’da. Lakin İsrail Naim Kasım’ın da peşine düşecektir. İsrail'in bu saldırılarla vermek istediği mesaj hiçbir şekilde Hizbullah’ın başına geçecek kişiye ya da yeni lidere izin verilmeyeceğini Hizbullah’ın artık devrinin kapandığını ve Lübnan’da Hizbullah’a yer olmadığıdır.

Hizbullah merkezini İran’a mı taşıyacak?

İsrail, Lübnan operasyonunu başlattığından bu tarafa İran uçaklarının Lübnan’a inişine  izin vermiyordu. Fakat İran Dışişleri Bakanı arakçı ve heyeti Beyrut’a geldiler. Peki Dışişleri Bakanı ile  birlikte uçakta daha başka kimler vardı? Daha önce Lübnan’a gelemeyen Devrim Muhafızlarından ve Kudüs Güçlerinden bazı komutanlar da Dışişleri Bakanı ile birlikte gelmiş olabilirler! Bu askeri yetkililer Hizbullah’ı toparlamak için özel olarak İran’dan geldiler. Muhtemelen İsrail’in Hizbullah’ın olası liderlerine yönelik saldırılarının devam etmesi halinde potansiyel yeni lider ve yönetim kadrosu Lübnan’ı terk ederek İran’a gidecekler ve  Hizbullah’ı geçici olarak İran topraklarından yönetecek. Bu bir nevi gönüllü sürgün demek. İsrail için bu tanıdık bir durum çünkü benzerini daha önce Filistin Kurtuluş Örgütü ve onun lideri Arafat da yapmıştı.  Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin toprakları dışından İsrail’e karşı mücadelelerini sürdürmüştü.

Fransa’dan bir ileri iki geri adım

ABD, İngiltere ve İsrail, Orta Doğu’da ne yapmak istediğini geç de olsa anlayan Fransa Cumhurbaşkanı Macron bir Fransız televizyonuna verdiği beyanatta Gazze'de kullanılmak üzere İsrail'e yapılan silah sevkiyatının durdurulması çağrısında bulunarak “önceliğimiz siyasi çözüme dönmek, Gazze'de savaşmak için silah göndermeyi bırakmaktır" dedi. Macron ayrıca Lübnan'da bir tırmanışın önlenmesinin "öncelik" olduğunu ve "Lübnan'ın yeni bir Gazze olamayacağını" söyledi.

İsrail Başbakanı Netanyahu ise yaptığı açıklamada İsrail’in yanında olmayan her ülkenin İran'ı ve onun müttefiklerini ve vekillerini desteklediğini belirterek  "İsrail, İran önderliğindeki barbar güçlerle mücadele ederken, tüm medeni ülkeler İsrail'in yanında kararlılıkla durmalıdır. Ancak, Cumhurbaşkanı Macron ve diğer Batılı liderler şimdi İsrail'e karşı silah ambargosu çağrısında bulunuyorlar. Yazıklar olsun onlara."dedi. Buna rağmen Fransa Lübnan’a olası bir askeri yardımda bulunacak mı? Hayır. Zaten Macron’un ofisi daha sonra bir açıklama yayınlayarak İsrail sadık bir dostumuzdur diyerek geri adım attı.

İşin ilginç olan yanı Lübnan hükümetinin etkisiz kalması ve BM antlaşmasının meşru müdafaa hakkını  düzenleyen 51.maddesi ki bu  madde hem bireysel meşru müdafaa hakkını hem de müşterek başka ülkelerle meşru müdafaa hakkını öngörmektedir başvurmaması dikkat çekicidir. Lübnan hükümeti tarihsel olarak iyi ilişkilere sahip olduğu Fransa’yı hatta Rusya’yı müşterek meşru müdafaaya çağırabilir. 2015 yılında Suriye Rusya’yı çağırarak bunu yapmıştı.