Almanya Başbakanı Olaf Scholz bu hafta ikinci resmi ziyareti için Çin'de bulunuyor. Sholz’un Çin’e gelişi ile birlikte çok sayıda Batılı medya kuruluşu bu ziyareti karamsar ifadelerle tasvir ediyor. Haberlerde en sık kullanılan kavramlar arasında “sistematik rekabet” dikkat çekiyor.
Ukrayna krizinin arka planında değişen Alman zihin dünyasına göre tıpkı Amerikalılar gibi Berlin yönetimi de Çin’e olan bağımlılıkları azaltacak şekilde “riskleri azaltma” ya da İngilizceye yerleşmiş haliyle “de-risking” politikasına yönelmeli. Elbette bu politikanın alıcısı olduğu kadar bunun bir tuzak olduğunu gören çok sayıda aktör bulunuyor.
Scholz'a aralarında Siemens, BMW, Zeiss, Bayer ve Mercedes-Benz'in üst düzey temsilcilerinin de bulunduğu Alman ekonomisinin pek çok tanınmış temsilcisi eşlik ediyor. Bu iş dünyasının devleri Çin gezilerini daha yakın ekonomik işbirliği fırsatı olarak görüyor. "Riski azaltma" çağrılarına rağmen Scholz ve iş dünyasının çoğunluğu Çin ile iş birliğini derinleştirme kararlılığını sürdürüyor.
Batı’daki üstünlük sanrısı
Almanya’daki ticari devlerin Çin ile iş birliğinde ısrar etmesine karşın medyadaki olumsuz yaklaşımın arkasında ne yatıyor olabilir? Her şeyden önce bunun temel nedeninin kimi politikacılardaki sözde ahlaki üstünlük duygusu ile açıklayabiliriz. Bu tür bir politikanın Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklendiğine ise şüphe yok.
Dış politika “ahlaki üstünlük” sanrısına yaslandığı oranda diplomasiye alan tanımıyor. Bu politikacılar etik anlamda yüksek bir mertebeye sahip oldukları gerekçesiyle kendilerini öğretmen muhatap oldukları ülkeyi ise en iyi ihtimalle bir “öğrenci” olarak kurguluyor. Siyasetin "ahlakileştirilmesi", herhangi bir kültürlerarası anlayışın temelini, yani kişinin bakış açısını değiştirme isteğini ve dünyayı başka bir bakış açısından görme yeteneğini engellemekte.
Almanların “görmek istemediği” Çin
Çin'in hızlı yükselişi ve inanılmaz teknolojik ilerlemesi karşısında bazı Batılılar giderek daha fazla kaygılanmaya başladı. Çin Çalışmaları profesörü ve Londra'daki King's College'daki Çin Enstitüsü Direktörü Kerry Brown, Çin imajının son otuz yıldaki gelişimini "O zamanlar Çin nispeten geri ve marjinal kalıyordu. Şimdi ise Çin dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve çok daha büyük bir jeopolitik aktör olarak önümüzdeki on yılda dünyanın en büyük ekonomisi olmaya hazırlanıyor." İfadeleri ile özetliyor. Çin’in kendi sistemine bağlı kalarak kapitalist sistemlerle yarış edebilecek potansiyeli kimi üstünlükçü Almanlar tarafından rahatsız edici bulunuyor. Zira onlara göre Çin’in sürekli çöküşün eşiğinde kalması kendi değer yargılarının üstünlüğünü kanıtlamaktaydı.
Almanya Başbakanı Olaf Sholz’ün ziyaretinde muhtemel ki Soğuk Savaş’ı canlandırmak yerine, barış içinde bir arada yaşama, işbirlikçi güvenlik ve karşılıklı yarara yönelik dostane küresel alışveriş politikasının başlatılmasına yardımcı olma fırsatını sunacak. Buna karşın en önemli beklenti dış politikadaki üstünlükçü yaklaşımın terk edilmesi yönünde atılacak adımlar olacaktır.
Diğer Çin haberleri için tıklayınız.