İran’da üç güç merkezi var
İran siyasetinde üç ana güç merkezi var: Birincisi, Cumhurbaşkanı Reisi ve dini lider Ali Hamaney'in de dahil olduğu muhafazakar kesimin oluşturduğu güç merkezi ki bunlar diğerlerine göre daha kapalı bir İran’ı savunuyor. İkincisi, Muhammed Hatemi ve Hasan Ruhani'nin mensup oldukları daha çok gençlerin ve kadınların oy verdiği daha ılımlı, liberal ve reformcuların oluşturduğu güç merkezi ve son olarak tüm bunların dışında, hatta teokratik sınırların bile dışında hareket eden ve önceki cumhurbaşkanlarından Mahmud Ahmedinejad'ın önderlik ettiği Avrasyacı güç merkezi var. Eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, İran’la Çin ve Rusya’nın ilişkilerini yeni bir sürece sokmuş, İran’ın Shanghai İşbirliği Örgütü’ne girmesini sağlamış ve İran’ın özellikle Venezuela ve Hugo Chavez ile ilişkilerini geliştirmesine öncülük etmiştir. Dolayısıyla onun döneminde İran dış politikasının temel motivasyon kaynağı dinsel politikalardan öte jeopolitik gerçeklik olmuştur. Hatırlanacağı üzere Ahmedinejad, Hugo Chavez’in törenine katılarak tabutunu öpmüştü. İran’daki din adamları, Ahmedinejad’ı sert bir şekilde eleştirmiş tövbe etmeye çağırmışlardır. Tahmin edilebileceği üzere Ahmedinejad’ın sonraki seçimlere girmesine izin verilmemişti.
Bunun yanında, İran toplumunda da üç güçlü kesim vardır: Bunlardan birincisi Devrim Muhafızları, ikincisi din adamları ve üçüncüsü halk. Burada en zayıf halka halktır. En güçlü halka ise toplumun her kesimini kontrol eden, hatta dünyadaki bir çok Şii grubunu kontrol eden Devrim Muhafızları'dır. Devrim Muhafızları'nın içeride desteğini alan gerek siyasetçi gerekse dini lider hedefine ulaşır, yani devrim muhafızlarının desteğine sahip olmayan bir cumhurbaşkanı zayıf bir cumhurbaşkanıdır.
Liderlik mi Hanedanlık mı?
Bir önceki seçimde de yarışta olan dini lider Ali Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney, Reisi'nin ölümüyle şu anda bir numaraya yükselmiş durumdadır. Bir diğer adı geçen aday da Humeyni’nin Irak Necef’te yaşayan torunu Ali Humeyni’dir. Ancak Ayetullah Humeyni gerek dini liderlik gerekse cumhurbaşkanlığında selef ile halef arasında akrabalık bağı veya aile bağını yasaklamıştır. Bir başka deyişle babadan oğula geçen hanedanlık gibi iktidar devrine karşı çıkmıştır. Zira İran İslam Devrimi Pehlevi Hanedanlığı'na, Pehlevi ailesine ve Şah yönetimine karşı yapılmış bir halk hareketidir. Amacı hanedanlığa, saltanata son vermekti. Halkın iradesini hakim kılmaktı. Bu nedenle aynı hataya kendilerinin düşmemesi adına Humeyni bu konuda taraftarlarını uyarmıştır. Benzer şekilde Ali Hamaney de akrabalık bağlarının bulunmaması gerektiğini söyleyerek bir nevi hem oğlu Mücteba Hamaney'in hem de Humeyni’nin torunu Ali Humeyni’nin hem cumhurbaşkanlığı hem de dini liderlik konusundaki adaylıklarının bir nevi önüne geçmiş oldu. Fakat Ali Hamaney'in bu açıklamaları çok önce, daha Reisi hayattayken yapmış olması ve bugün bambaşka bir konjonktürün oluşmuş olması... Dini lider Ali Hamaney’in hala aynı çizgide olup olmadığı konusu belirsiz. Devrim Muhafızları nezdinde büyük bir desteğe sahip oğlu Mücteba Hamaney’in adaylığında Devrim Muhafızları ısrar ederse ne olacak? Cevabı bilmiyoruz. Önümüzdeki günlerde adaylar ortaya çıkmaya başladıkça göreceğiz. Ama zaman çok değerli, eğer sağlık durumu iyi olmayan dini lider Ali Hamaney kendi yerine bir halef seçmeden hayata veda ederse bu İran’da tehlikeli bir kaos anlamına gelecektir.
Yeni hükümet görev başında
İran, vakit kaybetmeden yeni bir hükümet oluşturdu. Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Muhbir vekaleten cumhurbaşkanlığı görevine atandı ve yeni Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi 50 gün içinde seçimlere götürmek için hazırlıkları başlattı. 28 Haziran seçim günü olarak belirlendi. Dolayısıyla, şimdi İran halkı 28 Haziran’da İran’a bir cumhurbaşkanı seçtikleri gibi aynı zamanda dini lider Ali Hamaney'in yerine geçecek halefi de belirleyecekler. Ali Hamaney'in kendisi de dini liderliğe cumhurbaşkanlığı görevinden geldiği için bir teamül olarak yeni dini liderin de en az bir dönem cumhurbaşkanlığı görevini ifa etmiş olması isteniyor. Dini lider, 88 kişiden oluşan Uzmanlar Meclisi tarafından seçiliyor.
Din liderliğe aday olabilmeniz için önce yolunuz İran’ın dini başkenti Kum şehrinden geçmesi gerekiyor. Burada bir medreseye, bir okula bağlı olmanız önemli. Bir Ayetullah’ın dizinin dibinde eğitim almanız gerekiyor ve her şeyden önemlisi Ayetullah unvanına sahip olunması gerekiyor. Gerçekten bu unvanı almak oldukça zor. İslami ilimler kapsamında mükemmel bir bilgi birikimine, konulara hakimiyete ve dine uygun bir yaşama sahip olmak gerekiyor. Çok ilginçtir ki Ali Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney bütün şartları yerine getirmiş gözüküyor.
Toplumsal mühendislik mi?
Helikopter kazası bir bakıma rejimin geleceğine de hizmet etmiş oldu. Ustaca bir toplumsal mühendislikle kurgulanan geniş kapsamlı cenaze törenleriyle helikopter kazasında ölenlerin “devrim şehidi”, “görev şehidi” olduğunu Cumhurbaşkanı Reisi’nin kendisini halkı için feda ettiği şeklinde propagandayla son dönemde İslam Devrimi’ne ve onun rejimine yönelik ortaya çıkan özellikle yeni nesildeki kopmaları, İslam Devrimi’nde oluşan çatlakları tamir edebilme fırsatı ortaya çıktı.
İran’daki gösterilerde "her şehit bir Hüseyin’dir; her zalim bir Yezit'tir" anlayışı hakimdi. Bu nedenle şehit cenazelerine sanki Hazreti Hüseyin’in Kerbela’daki cenazesiymiş gibi muamele edilip buna göre tören yapılıyor ve yas tutuluyor. Dikkat edilirse ölen kişiden çok Hazreti Hüseyin anılıyor ve onun adına tezahürat yapılıyor. Artık o şehit olarak görülen kişi Hazreti Hüseyin ile özdeşleşmiş oluyor. Halk için artık kutsal birisi oluyor. Bu doğrultuda, Cumhurbaşkanı Reisi de bu makama yükseltildi ve kendisi de Hazreti Hüseyin ve Kerbela şehitleriyle birlikte anıldı
İran’daki bugünkü ana mesele esasen İslam Devrimini günümüz koşullarına uyarlayabilecek teori ve pratiğe sahip yeni bir dini liderin gerekiyor olmasıdır. Ali Hamaney bu asrın lideri değildir. Devrim ve ideoloji ile 1979’da sıkışıp kalan bir kuşağın devamıdır.
Unutmayalım ki İran’ın dış politikası, Humeyni’nin söylemiş olduğu ve bugün İran Dışişleri Bakanlığı binasının girişinde de yazan
“Ne Garbi ne Şarki Cumhuri-ye İslâmi-ye İran” ilkesi üzerine bina edilmiştir. Ne Batı’ya ne de Doğu’ya bağlı olan bağımsız bir İran İslam Cumhuriyeti'nden bahsedilmektedir. Dolayısıyla, her alanda kendi ayakları üstünde durmak isteyen bir İran var.
Sonuç olarak, Prenses Diana'nın 31 Ağustos 1997’de Paris’te geçirmiş olduğu trafik kazasında hayatını kaybetmesi bugün halen gizemini korumaktadır. Bir kaza mı yoksa cinayet miydi sorusu bugünlere kadar geldi ve hala da sorulmaya devam ediyor. Şimdi bu gizemli kazalara bir yenisi daha eklendi. İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopterinin düşmesinin ardından hayatını kaybetmesi ve bu hadisenin bir kaza mı yoksa bir sabotaj/suikast mi olduğu sorusu günlerden beri zihinleri yoruyor. Muhtemelen bu olay da tıpkı Prenses Diana'nın Paris’teki ölümü gibi tam manasıyla aydınlatılamayacak ve uzun bir süre hep aynı sorular sorulmaya devam edecek.
Not: Gordon Thomas, Mossad’ı ve operasyonlarını anlatan Gideon’s Spies isimli kitabında Prenses Diana’nın geçirdiği kazada Mossad’ın parmağı olduğunu iddia etmektedir.
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN