Futbolu kitlelere sevdiren nedenlerden birisi de içinde hep bir umut barındırmasıdır. Kimi zaman tuttuğun takımın oynadığı oyun sana umut verirken kimi zaman da rakibinin oyunu sana umut aşılar.
Yani oyun, umudun kendisidir aslında.
İşte bu yüzden futbolla düşüp kalkanlar, sadece kendi takımlarının maçlarına pür dikkat kesilmezler. En az tuttukları takım kadar rakiplerinin oynadığı maçları da detaylıca takip ederler.
Gelin önce geçen haftaya dönelim: Fenerbahçe içeride Trabzon’a mağlup. Sosyal medya yangın yeri olmuş. Ne İsmail Kartal’ın hocalığı ne de Samet Akaydın’ın futbolculuğu kalmış. Taraftarlar rakipleri Galatasaray’ın Bayern maçındaki iyi oyununu örnek gösteriyor. Çünkü Fenerin oyunu kötü.
Öte taraftan bu yenilgiye Galatasaray taraftarları bayram ediyor. Lider olmak bir yana rakiplerinin kötü oyununa seviniyorlar. Çünkü onların kötü oyunu, kendilerinin şampiyonluk umudu.
Yani oyun her zaman birilerinin umudu!
"Hatayspor topu Galatasaray'a verdi ama..."
Gelelim bu akşama: Galatasaray, ligde üst üste üç maç kaybeden yaralı Hatayspor’un konuğu. Bu takım daha üç gün önce zorlu Bayern Münih deplasmanında kora kor oynamış. Tüm dünya, Alianz Arena’daki mücadeleye şapka çıkarmış.
Bu şartlarda sahaya çıkan Galatasaray, ilk dakikadan son dakikaya kadar tabiri caizse tel tel döküldü. Muhtemelen üst üste oynanan maçların verdiği yorgunluğun sonucuydu bu ama gel de bunu Hatayspor’a anlat!
Topu Galatasaray’a bırakan (%29’a %71) Volkan Demirel’in öğrencileri, sarı kırmızılılara bir türlü set oyunu imkânı vermeyerek hızlı kontralarla onların dengesini bozdu.
Rivas-Dele Bashiru- Ömer Faruk-Ze Lamkel ve Dadashov’dan oluşan diri hücum hattının (4-1-4-1) karşısında muadili olan Zaha-Kerem-Ziyech-İcardi’nin (4-2-3-1) ziyadesiyle pasif kalması, maçın hikâyesini yazan detaydı aslında.
Zaten sezon başından bu yana tek bir maç bile kötü oynamayan Boey, Sanchez ya da Torreria’nın bile vasatın altında kaldığı bir maçı Galatasaray’ın kazanmasını beklemek saflık olurdu. Yani Galatasaray takım halinde kötüydü.
Ve bu kötülük sarı kırmızılı taraftarları üzerken bu kez sevinme sırası Fenerbahçelilere geçti.
Ne demiştik?
Bazen rakibinin kötü oyunundadır umut…
Bol yıldızlı ama düşük bütçeli bir film izledik
04 Kasım tarihli
yazımda Okan hocanın oyun olarak ligi ve Avrupa’yı ayrı tuttuğunu, ligde ısrarla daha düşük profilde bir oyun kurguladığını ifade etmiş ve “Galatasaray’daki ‘marka isimlerin’ ligin 11. haftasına gelinmesine rağmen hala beklentilerin çok geride kalmasını anlamakta çok zorlanıyorum” diye eklemiştim.
Bu maçta da aynı şeyleri yaşadık. Oscar’lık yıldızlarla dolu bir setin yönetmeni konumundaki Okan Buruk’tan bir kez daha o yıldızlardan verim alamadığı, düşük bütçeli bir Yeşilçam filmi daha izlemek zorunda kaldık. Tek fark daha önceki senaryoların sonu hep iyi bitiyordu. Oysa aynı kadro birkaç gün önce Hollywood’un içinden geçmişti resmen!
Gerçekten de Şampiyonlar Ligi’nde en sert rakipler karşısında bile pes etmeyen, ön alan baskısıyla onları boğan Galatasaray’ın ligde bu güne kadar çok daha kendisinden daha zayıf olan hiçbir rakibi karşısında rahat bir maç çıkardığına tanık olamayışımız sizce de garip değil mi?
Oyunun standartı olmak zorunda
Okan hocanın oyun felsefesiyle ilgili olumlu pek çok şey söyledim geçmişte. Lakin bu zikzakların da bir eleştirisi olmalı.
Lig uzun bir maraton. Böyle sonuçlarla bütün takımlar yüzleşecek zaman içinde. O nedenle ahlara vahlara gerek yok fakat oyun felsefesinde bir standart sorunu var ve bence bu hiç hafife alınacak bir şey değil!
Çünkü büyük takım demek, içeride dışarıda rakiplere oyununu kabul ettiren, sorun çözen, gerektiğinde B, C planlarını devreye sokan takım demektir.