Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas sonunda gelip TBMM’de konuştu. Hükümet bu konuşmayı İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde konuşturulmasına tepki olarak planlamış, o günlerde sağ olan Haniye ve/veya Abbas’ı davet edip Meclis’te konuşturma fikrini ortaya atmıştı.
Bence daha farklı bir yol izlenerek İslam İşbirliği Teşkilatı, başta Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi Arap ülkeleri ile İran, Türkiye, Pakistan, Endonezya gibi Arap olmayan Müslüman ülkelerin girişimiyle acil toplantıya çağrılabilirdi. Hatta orada alınacak bir kararla Çin, Rusya, Brezilya gibi baştan itibaren Gazze’de İsrail’in yaptıklarını kınayan, bu konuda uluslararası girişimlerde bulunan ve Güney Afrika gibi Uluslararası Adalet Divanı’na soykırım başvurusunda bulunan ve sonradan bu davaya müdahil olanlarla da temas kurularak geniş bir diplomatik cephe oluşturulmasına gayret edilebilirdi. Fakat Abbas’ın konuşmasında da ifade ettiği gibi, Filistin meselesi Türkiye’de önemli bir gündem konusu haline geldiği/getirildiği için bu yol denendi.
Haklı olarak en ağır ifadelerle İsrail’i kınadığı ve Amerika’yı eleştirdiği konuşmasında Abbas uluslararası hukuka bol bol atıfta bulundu ve uluslararası kamuoyunun kendi lehlerinde olduğunu söyledi. Hatta Batı ülkelerinde ve ABD’de bile kamuoyunun İsrail yanlısı olmadığının altını çizdi.
Mücadeleyi sürdürmeye kararlı olduklarını belirten Filistin lideri Gazze’nin Filistin devletinden ayrılamayacağının yani Filistin’in Gazze’siz, Gazze’nin ise Filistin’siz olamayacağını vurguladı ki, burada bazı satır arası mesajlar olduğuna hiç şüphe yok. Yani Hamas’la veya Hamas’sız orada yani Gazze’de ayrı bir devlet veya yönetim kurulamayacağını ısrarla telaffuz etti. Zaten sonucu ölüm bile olsa Filistin’in önde gelen liderleriyle birlikte Gazze’ye gideceğini belirtirken buna ayrıca vurgu yapmış oluyordu.
Mısır ve Ürdün'ün diplomasisini övdü
Abbas’ın konuşmasında Türkiye açısından çıkarılacak en önemli ders, Mısır ile Ürdün’ün diplomatik girişimlerinden övgüyle bahsettiği kısımlardı. Başta El-Fetih ve Hamas olmak üzere toplamda 14 Filistin direniş örgütünün Beijing’de bir araya gelerek yaptıkları ortak mücadele uzlaşısına ısrarla referans vermesi ise bize bir uyarı gibiydi. Filistin meselesinin Türkiye’de önemli bir konu haline gelmesini/getirilmesini her ne kadar bizleri övmek için dile getirdiyse de burada, aslında ince uyarılar bulmak da mümkün. Örneğin ortak mücadele temelindeki uzlaşmaya saygı gösterilmesi aynı zamanda Filistin konusunda kendisinin tek muhatap alınmasını istediği anlamına da geliyor.
Mısır ve Ürdün’ün izlediği diplomatik stratejiye büyük övgüler yaptığı bölümde açıkçası Türkiye’ye "Sen de onlar gibi yap, onlara katıl" derken, bu iki devletin uluslararası hukuk zemininde ve İsrail aleyhine seyreden uluslararası ortamdan da faydalanarak Filistin devletini en fazla sayıda devlete tanıttırmanın çok önemli olduğunun altını çizmiş oluyordu. Netanyahu’nun ABD Kongresi’ne giderken İsrail Parlamentosu Knesset’ten ezici bir çoğunlukla iki devletli çözümü reddeden bir karar çıkarttığını da dikkate alacak olursak, BM’de temsil edilen bir Filistin devleti olgusunun mevcut şartlarda Filistin direnişi için fevkalade önemli olduğuna hiç şüphe yok.
Kırgızistan örneği çok yanlış oldu
Filistin devletinin BM’de ancak gözlemci üye olduğunun altını çizen ve bunun tam üyeliğe dönüşmesinin şart olduğunu belirten Abbas’ın burada verdiği örnek ise tam bir diplomatik talihsizlik örneği oldu. Filistin’in 14 milyonluk bir nüfusa sahip olduğunu ifade ederek(İsrail işgalleri sonucu topraklarından sürülen bütün Filistinlileri dahil ediyor olmalı) buna rağmen BM’de tam üyelik statüsüne sahip olmadığını, buna karşılık Kırgızistan’ın BM’de tam üye olarak bulunduğunu söyledi. "Bizler gece gündüz Filistin devletinin daha fazla tanınması için çalışıyoruz. Şimdiye kadar 147 devlet Filistin’i tanıdı. Onlarıysa 50 devlet..." derken kimi kastettiği ise anlaşılamadı. Eğer İsrail’i sadece 50 devletin tanıdığını kastediyorsa, bu bilgi doğru değil; zira İsrail’i tanıyan BM üyesi devlet sayısı toplamda 164 görünüyor. Ayrıca BM üyesi olmayan Filistin ve Kosova gibi devletler de tanımış durumda.
Kırgızistan ise egemenliği Sovyetler Birliği ile kayda geçmiş/geçirilmiş bir devlet yani Sovyetler Birliği’ni oluşturan 15 egemen devletten biri ve Sovyetler Birliği dağıldığı anda bağımsızlık ilan eden ve BM üyesi devletlerin büyük bir bölümü tarafından tanınan bir devlet. Kısacası "O bile tam üye ama biz değiliz" demeye hiç uygun bir örnek değil. Bu tür örneklerin nüfus açısından verilmesinin doğru olmadığı açık ama eğer o mantıkla gidecek olursak burnunun dibindeki ve kendisinin de "Kıbrıs Cumhuriyet" sıfatıyla tanıyıp ziyaret ettiği korsan devlet 1 milyon civarında nüfusa sahip ve statüsü en basitinden tartışmalı.
Öte yandan Kırgızistan bizim kardeş ülkelerimizden biri ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi yani bizimle TDT'de aynı statüde. Üstelik bağımsızlığının hemen ardından Filistin devletini de tanımış. Şimdi Kırgızistan Filistin devletini protesto etse ve bize de üzüntülerini bildiren bir nota verse ne diyeceğiz? TDT içerisinde aynı statüde olduğumuz Kırgızistan "Kardeşim benim BM üyeliğimle alay eder gibi konuşan birisini parlamentonuzda niye konuşturuyorsunuz" derse?... Kısacası Abbas’ın Rumlarla ilişkileri ve Türk dünyası hakkında bilgilendirilmeye ihtiyacı var. Bilmem anlatabildim mi? Meclis’te yapacağı konuşmanın metnini bizim kurumlar daha önce görüp incelememişler mi?