Kıbrıs Barış harekatının 50. yıldönümünü kutluyoruz. Ada, 50 yıldan beri fiili olarak Rumlar ve Türkler arasında bölünmüş durumdadır. Her iki tarafın da kendi devleti var; ancak 50 yıldan beri Batı sadece güneyde Rumların kurmuş olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’ni meşru Kıbrıs hükümeti olarak tanıyor ve Rumların tüm ada üzerindeki egemenliğini kabul ediyor. Buna karşı kuzeydeki Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yok sayıyor ve buradaki halkı azınlık veya cemaat olarak adlandırarak haklarını bağımsızlıklarını ve egemenliklerini gasp ediyor.
Maalesef Kıbrıs sorunu da tıpkı Keşmir, Filistin ve Tayvan sorunları gibi emperyalizmin bir sonucudur. Keşmir, Filistin ve Kıbrıs sorunları İngiliz emperyalizminin bir mirasıysa Tayvan sorunu da Amerikan emperyalizminin bir sonucu olarak önümüzde durmaktadır. ABD, kendi çıkarları açısından Tayvan’ı ve Kıbrıs’ı batmayan uçak gemileri olarak görmektedir ve bu nedenle bu iki adaya huzur gelmesini istememektedir.
Kıbrıs’ta 50 yıldan beri çözüm adına atılan adımların hiçbiri sonuçlandırılamadı. Türkiye, uzun süre çözüm olarak eskisi gibi iki halkın eşit haklara sahip olduğu bir federal devleti hep savundu. Lakin Rumlar hiçbir zaman Türklerle eşit şartlarda bir federal devlete sıcak bakmadıkları gibi Kıbrıslı Türkleri kendilerine eşit ve muhatap olarak görmediklerini de hep belirttiler. Rumlara göre Kıbrıslı Türkler olsa olsa ancak azınlık ya da cemaat olabilirlerdi. Eğer Rumların verdiği bu statüyü Türkler kabul ederse zaten yeni bir devlete gerek yok. Mevcut Rum yönetiminin egemenliği altına girerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir parçası haline gelerek hayatlarını sürdürmeleri isteniyordu. Ne ilginçtir ki, günümüzde bazıları, sırf Avrupa Birliği (AB) vatandaşı oluruz hayaliyle bu teze destek veriyorlar. Oysa, Yunanistan’da Batı Trakya’da azınlık ve Müslüman cemaat olarak nitelendirilen Türkler kendi dillerinde eğitim yapamıyorlar. Türklükleri yok sayılıyor ve kendi din adamalarını seçemiyorlar. Yunan hükümeti, Batı Trakya’da Türk olmadığını buradaki insanların Müslüman Yunan vatandaşları olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Rumların teklif ettiği model hali hazırda Batı Trakya’da Yunanistan tarafından uygulanıyor. Zaten 1974 Kıbrıs Barış Harekatı da Kıbrıs’ta Türk kimliğini muhafaza etmek için yapılmamış mıydı?
Artık Türkiye, Kıbrıs’ta iki halkın kurucu olduğu federal bir devlet modelini terk etmiş durumdadır. Yıllardan beri bu politikada bir arpa boyu yol katedilemedi. Türkiye, baldıran zehri içme pahasına 2004 yılında Annan Planını dahi kabul etmesine rağmen Rumlar yanaşmadı. Üstüne üstlük AB de verdiği sözü yerine getirmeyerek sorunlar çözülmeden tek taraflı bir şekilde Rumları AB’ye üye etti. Bu aşamadan itibaren Rumların artık çözüm masasına gelmeleri için bir neden kalmadı.
Türkiye artık iki devletli yeni bir çözüm modelini masaya sürmüş durumda. 50 yıldan beri adada zaten iki devlet ve iki halk hayatını sürdürüyor. Bunu resmiyete dökmekten başka yapılacak bir şey yok. Fakat iki devletli formül aslında federal devlet formülünden çok daha zor olacağa benziyor. Türkiye ve KKTC’nin iki devletli formül üzerindeki il ciddi adımı KKTC’nin adını değiştirerek yapabilir.
Kuzey Kıbrıs ifadesi Kıbrıs’ın kuzeyine sıkışmış, buraya hapsolmuş, hapsedilmiş, kuşatılmış intibası yaratmaktadır. Karşı tarafta Rumlar kendilerini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak adlandırırken Kıbrıs Türklerini belli bir coğrafi alanda tanımlayarak adeta Kuzey Kıbrıs’ın dışındaki bütün Kıbrıs’ı Rumlara bırakmış gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Oysa tarihsel verilere bakıldığında Kıbrıs Türkler tarafından fethedilmiş, yüzyıllar boyunca Türklerin hakimiyetinde kalmış bir adadır. Rumlar bu ada içerisinde yaşayan halklardan birisidir. Biz Kuzey Kıbrıs’ı benimseyip içselleştirdikçe tüm Kıbrıs adası üzerinde hak iddia eden Rumların tezlerini de zımnen kabul etmiş oluyoruz, bir bakıma onların ekmeğine yağ sürüyoruz.
Her fırsatta Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri ifade etmek için Kıbrıs Türkleri kavramını kullanırken ne hikmetse Kıbrıs’taki Türklerin devletine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz. Yani Kıbrıs’ta yaşayan Türklere Kuzey Kıbrıs’taki veya Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türkler demezken neden oradaki Türk devletine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz? O halde yapılması gereken ilk şey KKTC Parlamentosunun toplanıp ülkenin ismini Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirmek ve tüm Kıbrıs üzerinde hak ve egemenlik iddia etmektir. Böylece, Kıbrıs sadece Rumlara değil aynı zamanda Türklere de ait olduğu gerçeği vurgulanmalıdır. Rumlar nasıl kuzeyde hak iddia ediyorsa, Türkler de güneyde hak iddia etmelidir. Bunun yolu da yeni bir isim benimsemekten geçmektedir.
KKTC’nin adını Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirmek tabii ki sorunu tek başına çözmez ama bir yerden başlamak gerekir. Bunun yanında yeni Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tepeden tırnağa bütün vizyonunu ve politikasını da değiştirmek zorundadır. Arık dünyamız 50 yıl önceki dünya değil. Dünya hızlı bir jeopolitik değişim içerisinde. Küresel Güney giderek dünya politikasında ağırlığını hissettirmeye başladı. Aynı zamanda yeni bir dünya da kurulmakta. Bu nedenle Kıbrıs meselesi de bu yeni jeopolitik düzleme göre yeniden kurgulanmalıdır.
Son 50 yılda Rumların en önemli kazancı AB üyeliğidir. Bu üyelikle Rumlar, adanın tapusunu AB’ye vermiştir. Dolayısıyla, Rumların elindeki en önemli koz AB üyeliğidir. Kıbrıslı Türklerin elindeki koz ise Türkiye’dir. Son seçenek KKTC’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmasıdır. Bu nedenle, her ihtimal değerlendirilerek olası bir katılımın alt yapısının hazırlanması uluslararası hukuk açısından sonuçlarının irdelenmesi ve ortaya çıkacak muhtemel sonuçlara hazırlıklı olunması gerekmektedir.