1979'da gerçekleşen İran İslam Devrimi'nden bu yana hep İsrail ve ABD ile bir hesaplaşma arayışında olan Tahran yönetimi 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufan'ı eylemi sonrası bu arzusunu gerçekleştirme fırsatı bulmuş gibiydi. Geçtiğimiz nisan ayında ve cuma gecesi İsrail ile karşılıklı birbirlerine füze fırlatmaları bu tarihi hesaplaşmanın da bir şekilde gerçekleşmesini sağladı; ancak taraflar tatmin oldu mu bu tartışılır.
İşte bu tatmin meselesinden dolayıdır ki İran ile İsrail arasında o beklenen “Armegeddon Savaşı” henüz gerçekleşmedi. İsrail, şunun farkında ki İran nükleer güce ulaşmadan İran rejimini devirmek ve 1979 öncesi olduğu gibi İsrail'e dost ve müttefik bir İran'ın yeniden ortaya çıkmasını sağlama zorunda. Bu bağlamda, ABD'deki devrik Şah'ın oğlu ve veliaht prens Rıza Pehlevi, ABD'nin ve İsrail'in İran için düşündükleri anayasal monarşinin başındaki yeni şah olarak çoktan yerini almaya hazır durumdadır. 2013 yılında Paris’te kurmuş olduğu İran Ulusal Konseyi de bu iş için çalışmaktadır.İsrail Başbakanı Netanyahu’nun aile dostu olan Rıza Pehlevi geçmişte eşiyle birlikte İsrail'i ziyaret ederek Netanyahu ailesinin misafiri olmuştu.
İsrail için askeri alanda zayıflatılmış bir İran İslam Cumhuriyeti tam manasıyla İsrail için güvenli bir İran değildir. İsrail için seküler bir İran her zaman güvenli bir İran olmaya devam edecektir. Kabul edilmelidir ki, 1979'dan bu yana köprünün altından çok sular aktı. İran eski İran değil. Eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat zamanında İran ilk defa teopolitik üzerinden değil jeopolitik üzerinden hareket ederek Avrasya bloğunun bir parçası haline geldi. Hatırlanacağı üzere, 2005 yılında Ahmedinejat İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne gözlemci üye yapmıştı. Bu tarihten itibaren İran, hem Rusya ile hem de Çin'le çok daha yakın ilişkilere girdi. Bugün gelinen ortamda İran Şanghay İşbirliği Örgütü'nün ve BRICS'in tam üyesidir. Ayrıca, Ukrayna Savaşı'nda Rusya'nın en yakın müttefiki olmayı başarmıştır ve Rusya'ya askeri alanda lojistik destek vermektedir. Rusya da karşılığında İran'a özellikle füze teknolojileri konusunda yardım etmektedir. Bu bağlamda, İran son dönemde hipersonik balistik füzeler üzerine başarılar sağlamıştır.
Dolayısıyla, yukarıda da bahsedildiği üzere nükleer silaha sahip bir İran bundan sonra dokunulmaz bir İran olacaktır ve bundan dolayı da İran'a dışardan hiçbir askeri gücün zorlayıcı etkisi tesir edemeyecektir. Ancak ABD'nin elinde sadece kaba kuvvete dayanan ya da hard power dediğimiz güç yok aynı zamanda yumuşak güç unsurlarının marjinal bir yorumu olan ve çok da dile getirilmeyen özellikle halk kitleleri üzerinden mevcut yönetimlere karşı harekete geçirilmesine işaret eden renkli devrim silahı bulunmaktadır. Bu nedenle, ABD, İsrail'in misillemesinin çok daha fazla ileriye giderek İran halkının rejime sahip çıkmasına neden olabileceği endişesinden dolayı sınırlı bir misilleme konusunda İsrail'i zorlamıştır. Zira İsrail'in yanlış bir hareketinin halkla rejim arasındaki çatlağı çok hızlı bir şekilde kapatarak, halkın rejimin arkasında durmasına neden olacak bir ortamın doğmasına neden olabilir. Bu da ABD'nin İran’da yürütmeye çalıştığı toplumsal ve siyasal mühendisliği tehlikeye düşürecektir. ABD, hala İran'daki rejimin bizzat İran halkı tarafından yıkılacağına inanmaktadır. Bu, sadece bir kuru inançla kalmamakta bu inancı destekleyen kimi unsurlar da beslenmektedir.
Geçmişte, ABD ve İngiltere'nin tezgahladığı 1953 yılındaki Musaddık darbesiyle Şah'ın tekrar yönetime getirilmesi unutulmamalıdır. Şimdi, ABD ve İsrail, Şahın oğlu Rıza Pehlevi'yi tekrar İran'ın başına getirmeyi amaçlamaktadır. Demokratik bir Cumhuriyet ABD'nin işine yaramayacaktır. ABD, tıpkı diğer Orta Doğu'da Körfezdeki zengin ülkeler gibi İran'ın da monarşi ile yani tek adamla yönetilmesinden yanadır. Zira Mısır’daki deneyim ortadadır. Mübarek sonrası bir demokrasi denemesi ardından da darbeyle gelen yeni yönetim. Demokratik yollardan gelen Mursi'nin ortaya izlediği politika Amerikan ve İsrail çıkarlarının aleyhine dönmesiyle Mursi de darbeyle devrilmiştir. Bu nedenle, böyle bir tecrübeye sahip olan ABD benzer bir deneyimi İran'la yaşamak istemiyor. Bundan dolayıdır ki, ABD, yıllardır ülkesinde yaşayan Rıza Pehlevi'nin anayasal ve seküler bir monarşinin başına geçmesi İran halkı için en uygun rejim olarak görülüyor.
Öbür taraftan İran’ın dostları Çin ve Rusya çok kutuplu sistemi hemen her fırsatta savunarak dünyanın artık çok merkezli, çok sesli bir yöne doğru evrildiğinin altını çiziyorlar. Özellikle, Çin, bu yeni dünyanın merkezinde güçlendirilmiş bir Birleşmiş Milletler teşkilatının yer almasını arzuluyor ve uluslararası güvenlikle ilgili bütün sorunları Birleşmiş Milletler nezdinde çözülmesine ve büyük güçlerin sorunları çözümü adına ülkelerin içişlerine karışmamasını dile getiriyor.
Sonuç olarak, artık ABD’nin tek kutuplu sistemin sonuna geldiğini idrak etmesi gerekiyor. Avrupa dahi tek kutuplu sisteme güvenmiyor ve eleştiriyor. Belki savaşlarla çatışmalarla bir süre daha ABD tek kutuplu sistemi Avrupa’ya dayatmaya devam edecek anacak Küresel Güney’de geçerli akçe çok kutuplu dünya düzeni olacak.