İsrail’in 7 Ekim 2023’te başlattığı ve Gazze Şeridi’nde çok sayıda katliam ve on binlerce sivilin hayatını kaybettiği saldırılarının üzerinden bir yıl geçti.
İsrail’in Gazze’de on binlerce Filistinliyi öldürdüğü, milyonlarca sivili yerinden ettiği, Orta Doğu’da tansiyonun yeniden yükselmesine neden olduğu saldırıları, aylarca süren yoğun çatışmalar ve katliamları ABD’nin desteği ile aralıksız sürerken İsrail’in saldırılarının bölgesel bir savaşa dönüşebileceğine ilişkin endişeler de artıyor.
İsrail saldırılarıyla geçen bu 1 yılı Yakın Doğu Haber Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu CGTN Türk'e değerlendirdi.

'İsrail, kendilerine yönelik tehdit olarak algıladı ve savaşı başlattı'

Dursunoğlu, Gazze'de geçen bir yılı şu sözlerle anlattı:

'7 ekim'de Hamas - Gazze liderliği, muhtemelen siyasi büronun dahi bilgisi dışında bir operasyon gerçekleştirdi. Operasyonun hedefi esir takası yapmak yani mümkün olabildiğince fazla esir alıp onu müebbet hapse mahkum etmek. İkinci hedefi Mesci'i Aksa'ya yönelik şu anki mevcut faşist yönetimin Yahudileştirme Projesini ortadan kaldırmak veya buna sekte vurmak. Üçüncüsü de İslam dünyasında başlayan İsrail rejimiyle normalleşmeyi önleyebilmek. Bu elbette açıklanmayan bir hedefti ama hedeflerinden biri de buydu.

Şimdi bu aslında bir güvenlik operasyonuydu.  İsrail'i yok etmeye yönelik bir operasyon değildi. Yani gidip 200 tane esir alınca İsrail rejimi ortadan kalkmazdı. Filistinlilerin hedefi de bu değildir zaten. Fakat İsrail rejimi bunu bir varoluşsal savaş olarak kendilerine yönelik bir varoluşsal tehdit olarak algıladı ve kapsamlı bir savaş başlattı. Gazze'ye ve işaret ettiğiniz gibi de işte bir yıldır hiçbir ahlaki insani sınır tanımadan hastaneleri sivil hedefleri vurdu. 41 binden fazla çoğu kadın ve çocuk olmak üzere sivilini katletti'

'Tarafsız ve söylem düzeyinde kaldılar'

Dursunoğlu, Filistin Direnişi'nin 11 aylık süreçte İran ve Suriye dışında tamamen yalnız kaldığını vurguladı ve şöyle konuştu:

'Şu an geldiğimiz noktada savaş bir bölgesel savaşa dönüşme istidadına yöneldi. Buradaki temel sorun da şundan kaynaklanıyor; bölge ülkeleri batılı ülkelerin aksine Filistin direnişine destek cephesi rolü üstlenmediler. Ya tarafsız kaldılar ya da söylem düzeyinde kaldılar. Ne Arap Birliği, ne İslam konferansı örgütü... Batılıların İsrail'e dediği gibi ‘İsrail'in kendini savunma hakkı’ vardır deyip de onun arkasında durup askeri, ekonomik ve siyasi açıdan destek vermek gibi bir politika izlemediler.

Valinin konvoyunda trafik kazası: 2 yaralı Valinin konvoyunda trafik kazası: 2 yaralı

Sadece seyirci kaldılar ve bu arada da İsrail ile bütün siyasi, ekonomik, ticari ilişkilerini de sürdürmeye de devam ettiler. Dolayısıyla Filistin direnişi 11 aylık süre içerisinde İran ve Suriye dışında tamamen yapayalnız kaldılar. Bu yalnızlık içerisinde de yapılabilecek savaş stratejisi, yıpratma savaşıydı ve 11 aylık süre içerisinde bir yıpratma savaşı stratejisiyle savaş sürdürülüyor. Amaç burada İsrail rejimine yapıp ettikleri konusunda böyle rahat ve güvenli bir şekilde saldırganlığını sürdüremeyecek hale getirmek mümkün olabilecek en ağır zararı verdirmek ve İsrail rejimini ödediği bedellerden dolayı da geri adım attırabilmek. Nitekim burada kuzey cephesinde yani Lübnan tarafından Hizbullah gerçekten çok ağır bir darbe vurdu'

‘İsrail rejimi tarihinde ilk defa küçüldü’

Dursunoğlu, İsrail'in hiçbir ahlaki sınır tanımadığını ve camileri, mescitleri ile kiliseleri hedef aldığını belirterek, bu süreçte İsrail'in ilk kez sınırlarının küçüldüğüne tanıklık edildiğini ifade etti.

'Hizbullah’ın operasyonları sebebiyle sınırın 5 - 10 km derinliğindeki yerleşimciler tahliye edildi. Rejimin kendi rakamlarına göre 60.000 ila 100.000 arasındaki yerleşimci iç kesimlere tahliye edildi. Aynı şey Güneyde oldu. Güneydeki yani Gazze yakınlarındaki sınırındaki yerleşimlerde şu an büyük bir kısmı geri dönmüş olsa bile 7.000 yerleşimcinin uzun yıllar belki uzun yıllar hatta hiç dönemeyeceğine dair haberi İsrail basınından öğrendik.

Güneyde 7.000 kişi kuzeyde İsrail'in rakamlarına göre 60.000 kişi iç kesimlere göç etmek zorunda kaldı. Bir de tabii Lübnan’a kapsamlı bir savaş başlatınca İsrail rejimi şu an Hizbullah daha önce vurmadığı derinlikleri vuruyor. Hayfa’yı vuruyor.

Bu da şu anlama geliyor. İsrail rejiminde mülteci durumuna düşecek olan yerleşimci sayısı çok daha fazla artacak. İsrail rejime büyük bir yıkım meydana getiriyor. Tahribat yaratıyor, sivil öldürüyor, hiçbir ahlaki sınır dinlemiyor, camileri, mescitleri, kiliseleri, hastaneleri yerle bir ediyor. Ancak bununla birlikte tarihinde ilk defa bedel ödüyor ve sınırlarının küçüldüğüne tanıklık ediyor. İsrail rejimi tarihinde ilk defa küçüldü'

‘İsrail’in arkasında kayıtsız şartsız Batı desteği var’

Batı'nın 7 Ekim'den bu yana İsrail'in yanında yer aldığını belirten Dursunoğlu, bu durumun şaşırtıcı olmadığını ifade etti.

'7 ekim aynı gün 8 ekim'de bütün bir kolektif Batı, İsrail'in yanında yer aldı. Başbakan veya devlet başkanı düzeyinde kişiler İsrail'e ziyaretler yaptılar ve İsrail'in kendini savunma hakkı vardır dediler. Bütün boyutlarıyla İsrail'e destek vereceklerini açıkladılar.

Tabi batılı ülkeler bakımından şaşırtıcı değildi. Beklenen bir şeydi. Biraz şaşırtıcı olan şuydu; bölge ülkelerinin sessiz ya da aslında dolaylı olarak İsrail'in yanında yer alması. Şimdiye kadar genelde herkesin söylediği şudur, İsrail Filistin 1948 beri ve İsrail Arap çatışması boyunca var olan hep manzara şudur; İsrail'in arkasında kayıtsız şartsız bir batı desteği var.

Bölge ülkeleri de güçsüz, zayıf ve  Amerika'yla ilişkileri vesaire sebebiyle bu zafiyetlerinden dolayı İsrail'e bir şey diyemiyorlar.

Şimdi bu savaşta asla durum böyle değil. Burada güçsüzlükten yapamamaktan kaynaklı bir Filistin'e destek verememe durumu söz konusu değil. Bir bilinçli iradi durum söz konusu. Çünkü onlara göre eğer Filistin direnişi kazanırsa İran kazanmış olacak'

'Hiçbir bölge İsrail'le siyasi ilişkisini kesmedi'

Dursunoğlu, bölge ülkelerinin İsrail rejimiyle siyasi ve diplomatik ilişkilerini tek taraflı olarak kesmediğini vurgulayarak, bu durumu eleştirdi:

Şu an askeri ve ekonomik güçsüzlükten kaynaklı bir durum yok. Örneğin 1973 savaşında petrolü bir silah olarak kullanan Arap rejimleri bugün aynı şeyi yapamazlar mı? Çok daha fazlasıyla yapabiliyorlar. Mesela Yemen'in sanayi hükümetinin ensarullah hareketinin İsrail'e giden deniz yollarını kapatarak İsrail'e ekonomik abluka uygulamasını eğer isterlerse bölge ülkelerinin tamamı yapabilir.

Savaşa girmesini, askeri tedbirler almasına gerek yok. Sadece siyasal iradeyle dahi ekonomik müeyyidelerle dahi İsrail rejimini bu saldırganlıktan caydırabilmek mümkün.

Bunu yapmadıkları gibi bölgede normalleşmiş olan İsrail rejimiyle hiçbir bölge ülkesi siyasi ilişkilerine dahi, diplomatik ilişkilerine dahi tek taraflı olarak kesmedi. Türkiye dahi…

Türkiye'deki İsrail Konsolosluğu güvenlik sebebiyle ayrıldı. Türkiye istenmeyen adamı ilan etmedi. Şu an hala konsoloslukları açık. Ticaret devam ediyor.

Dolayısıyla bu şartlar altında İsrail'in destek cephesi sadece kolektif batıyla sınırlı değil. Bölge ülkelerinden de çok ciddi bir desteği var. Bu destekte doğal olarak İsrail rejiminin saldırganlığını ve pervasızlığını arttırıyor.