Eskilerden bir diplomatımızın Çin anıları

Diplomatların hayatları bana hep çok renkli ve ilginçmiş gibi gelir. Turist olarak gitmeyi aklınıza bile getirmediğiniz ülkelere görevli olarak gitmek ve ülkenizi temsil etmek, her açıdan bambaşka bir deneyim olsa gerektir. Kendi adıma, diplomatların yazdığı kitapları ve anılarını okumaktan da çok hoşlanır, çok şey öğrenirim. Yümni Sedes’in anılarını da bir solukta okuduğumu söyleyebilirim. Yümni Sedes kim mi? 

Cumhuriyet gazetesinin 11 Kasım 1939 tarihli nüshasında “Hariciye vekilleri arasında terfi ve nakiller” başlıklı küçük bir haberin son iki satırında şu bilgi veriliyor: “Çin’de ihdas edilen elçiliğe Emin Ali, üçüncü katipliğine de Yümni Sedes tayin olundular.” 

1939’dan 1944’ün Mayıs ayına geçtiğimizde, bu kez Ulus gazetesinde Yümni Sedes’in Çin izlenimlerinin “Çin, Hakikat ve Efsane” başlığı altında tefrikalar halinde yayımlandığını ve Ağustos ayının ortalarına kadar yaklaşık 50 bölüm kadar sürdüğünü görüyoruz. Sedes’in anı ve izlenimleri daha sonra da Akba Kitabevi tarafından aynı adla 177 sayfalık bir kitap olarak okuyucuyla buluşuyor. 

Kitabın künye bilgilerinde ve Edes’in Çin’e dair kaleme aldıklarında hiçbir tarih verilmediği, dahası Dışişleri Bakanlığımızın ve Türkiye’nin Beijing Büyükelçiliği’nin internet sitelerindeki tarihçe bölümünde hiçbir ize rastlanmadığı için söz konusu gazetelerin tarihleri bize ancak genel bir ipucu verebiliyor: Üçüncü katip Yümni Sedes’in, 1939’un son günlerinde o zamanki adıyla Çin Cumhuriyeti’nde açılmış olan elçiliğe doğru yola çıktığını ve tahminen 1945 yılı gibi “Çin, Hakikat ve Efsane”nin kitap olarak yayımlanmış olduğunu söyleyebiliriz.   

Politikadan uzak bir gezgin 

Sedes’in toplam 21 bölümden oluşan kitabı, gerek Türkiye-Çin ilişkilerinin modern zamanlardaki başlangıç serüveni, gerekse gezi-seyahat edebiyatı bakımından oldukça önemli. İmparatorluk sonrasındaki ve 1949 Devrimi’nin öncesindeki Çin’i tanıtan ilginç bilgiler veriyor, renkli notlar düşüyor Sedes. Öte yandan, belki de bir diplomat oluşundan ötürü, şaşırtıcı biçimde hiçbir siyasi-ideolojik yorum yapmıyor, Çin’de olan bitenden, 1911 devriminden 1949 devrimine giden ülkede yaşananlardan, Japon işgalinden, iç savaştan vb. hiç söz etmiyor. Sanki bu uzak ülkeye bir elçilik görevlisi kimliğiyle gidebilmek şansını yakalamış bir gezgin var karşımızda ve Sedes Hong Kong limanında gemiden indikten sonra bu şansını oldukça iyi, doya doya değerlendirmiş gibi görünüyor. 

Gemideki diğer Batılılar, kaldığı otel, kırlangıç yuvası çorbası ya da yabani muşmula usaresinde pişirilmiş ördek gibi yemekler, Çin tiyatrosu gösterisi, pagodalar, Taoist rahipler derken Hong Kong günleri sona eriyor ve sonrası Chongqing, Shanghai, Nanjing, Peiping (Beijing), Potala notlarıyla devam ediyor. Shanghai’ın zengin ve fakir mahallelerinden davet edildiği çok şık bir partiye, tanıştığı diğer Batılı diplomatlarla sohbetlerinden Sun Yat-sen’in mezarına, Beijing’deki Gök Tapınağı’ndan Potala Sarayı’na, başkentteki Müslümanlar ve Yasak Şehir’deki camiden Konfüçyüs Tapınağı’na, Ming mezarlarından Yazlık Saray’a kadar, kişisel gözlemlerle zenginleştirilmiş turistik-ansiklopedik bilgiler aktarıyor Yümni Sedes. 

En sonunda da bu kez gemiye değil, bir Japon uçağına binerek ve “Elveda güzel ve esrarlı Çin. Sen beni, hakikatin ve esrarınla tamamen sardın, büyüledin. Verdiğin hatıralar seni bana hiçbir zaman unutturmayacak” diyerek Çin’den ayrılıyor.

İparhan’ın ilginç yaşamı 

Belirtmeliyim ki Yümni Sedes, oldukça meraklı, meraklı olduğu kadar da eğitimli, sanat zevki gelişmiş, örneğin katıldığı resepsiyonda dinlediği piyano ezgilerinin kimin bestesi olduğunu hemen anlayan bir kişilik. Yasak Şehir’in batısından yer alan küçük köşkün girişinde yer alan tablodan hareketle, “Güzel Kokulu Prenses” olarak da bilinen Xiang Fe’nın, namı diğer İparhan’ın yaşamını anlattığı bölüm de hayli öğretici. Uygur Prensesi İparhan’ın başlı başına bir yazı, hatta kitap konusu olabilecek bir yaşam sürdüğünü belirtmekle yetineyim şimdilik.

Bugünden bakıldığında Sedes’in anılarında, Çin’de kaç yıl kaldığı, elçilikteki yaşamın nasıl geçtiği, elçi Emin Ali Bey’in nasıl biri olduğu, diğer Türklerle ilişkileri vb. ayrıntıların olmaması eksiklik olarak beliriyor elbette ama yine de meraklısına önerilebilecek küçük bir hazine gözüyle bakılabilir “Çin, Hakikat ve Efsane”ye. Neyse ki kitapta yer alan birkaç fotoğraftan ikisinde Yümni Sedes de hayal meyal görülüyor ve bu sayede cismen nasıl biri olduğunu bir parça anlayabiliyoruz.

Tunca Arslan