Özel Haberler

Doç. Dr. Levent Ersin Orallı'dan önemli uyarı: 'Esad vakit kaybetmeden Türkiye'nin uzattığı eli tutmalı'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM açılış konuşmasında İsrail yönetimini hedef alarak, İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır" dedi. Doç. Dr. Levent Ersin Orallı ise, Türkiye’nin İsrail hedefini ve olası bir savaş durumunda atılması gereken adımları vurgulayan dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Orallı, İsrail'in bu denli anlamsız bir cesaret göstereceğini beklemediğini belirtti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'in yeni dönem açılış konuşmasında,  İsrail yönetimini hedef aldı ve "İsrail saldırganlığı Türkiye’yi de içine almaktadır" dedi. 

Erdoğan, "Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır" dedi.

Erdoğan, "Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir" şeklinde konuştu.

Konuyla ilgili Doç. Dr. Levent Ersin Orallı, Türkiye’nin İsrail hedefini ve olası bir savaş durumunda atılması gereken adımları CGTN Türk’e anlattı. Orallı, "İnsan ticaretinden, göçmen kaçakçılığından ve uyuşturucu gibi maddelerin yaygınlaşmasından söz ediyorsak, temel kaynağı komşumuz Suriye'dir" açıklamalarında bulundu.

İsrail, Türkiye'yi hedef alacak cesareti gösteremez

Orallı, Türkiye’nin İsrail için hedef olduğunu açıklayarak bu durumu etkileyen birkaç önemli sebep sundu:

İsrail'in doğrudan Türkiye'yi hedef alabilecek ne kabiliyeti vardır, ne yeteneği vardır. Netanyahu bir katil, Netanyahu bir cahil ama aptal değil. Dolayısıyla, doğrudan Türkiye’yi hedef alacak noktada İsrail'in bu denli anlamsız bir cesaret gösterecek zamanda olmadığımız kanaatindeyim.

Şüphesiz Türkiye hedef midir? Evet, eğer teopolitik anlamda arzı mevcut tezi üzerinden İsrail, var olan işgal sürecini yürütüyorsa; Gazze, Batı Şeria, Güney Lübnan, Şam, Golan ve üzerinde hedef Lübnan ise, Suriye ise, İran ise, Irak ise şüphesiz bir gün Türkiye'de olacaktır.

Bugün YPG-PYD üzerinden eğer ikinci İsrail devleti diye bunu konumlandırıyorlarsa, Irak’ın kuzeyinde, Suriye'nin kuzeyinde bir teröristten hayali görüyorlarsa, bunun adına yine bir İsrail devleti diyorlarsa evet, yıllardır mühimmat desteğiyle NATO'dan sağladıkları silah desteğiyle, ABD'nin doğrudan ve açık bir desteğiyle Türkiye'de bölücü faaliyetler yürütüyorlarsa ve İsrail bunu destekliyorsa, evet, demek ki Türkiye İsrail’in hedefindeymiş.

Neden? Finans alanında bir anda Türkiye'yi zaman zaman krize sokabiliyorlarsa, iktisadi anlamda bizim gelişme sürecimizi sekteye uğratacak hamleler yapıyorlarsa, ithalat-ihracat rejimi bağlamında Türkiye'nin karşısında duruyorlarsa, Türkiye hala çok büyük faizlerle dış borç almak durumunda kalıyorsa ve İsrail bu manada Türkiye'nin karşısındaysa, evet, demek ki Türkiye yeni hedefmiş.

Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Türkiye-Rusya ilişkileri bağlamında, Türkiye'nin Türkistan coğrafyası ve sonrasıyla ilgili adımlarında, İsrail sahip olduğu lobi gücüyle Türkiye'nin yine karşısında durmaya gayret ediyorsa, gücü oranında hedefi Türkiye'ymiş.

'Esad, Türkiye’yle bir an evvel aynı masada oturmalı'

Olası bir savaş durumunda teyakkuz halinde olmamız gerektiğini belirten Orallı, Türkiye'nin tedbir alması gerektiğine dikkat çekti.

'Tabi ki teyakkuz halindeyiz, tabi ki savunma sanayi bağlamında teknolojik anlamda çok önemli atılımlar yapıyoruz. Yapacağız da, yatırımlarımızı ileri teknoloji bağlamında ortaya koyacağız. Yarın ne getireceği belli olmaz gerçeğinin farkındayız. Hava savunma sistemlerimizi kuvvetlendirmek durumundayız. S-400’lerin yanına yeni bir takım teknolojik unsurlar elde etmek durumundayız; ama bu konu sadece İsrail olduğu için değil, Türkiye doğunun en batısı ve başarısız devletler topluluğunun içerisinde tam da kuzeyde onların sınır komşusu.

Türkiye tedbirini almalı ve diğer devletler de Gazze, Filistin, Batı Şeria, Lübnan gibi bir sona uğramasın diye anayasal bağlamda, dış politika bağlamında bölgesel yönetime ilişkin çok kuvvetli bir örgütlenme modeline girmeli.

Evrensel ittifak modellerinden, Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler gibi yapılardan bir hayır gelmeyeceğini görüp bölgesel bir ittifak modelinin öncü devletlerinden biri olmalı diye düşünüyorum.

Esad, uyum sürecine, normalleşmeye ilişkin kaybettiği her zaman diliminde Suriye'nin toprak bütünlüğünden çalıyor. Bu hırsızlığa son vermesi lazım. 26 milyonluk coğrafyada bugün eğer 15.000.000 insan yaşıyorsa, Suriye'de Halep'te, Hama'da, Humus'ta, Şam'da, Afrin'de sorunlar bu denli büyük şekilde baş göstermişse, Suriye'nin içerisinde zaman zaman Dürzilerin, zaman zaman Arap Sünnileri, Nusayilerin, Türklerin kendilerine ilişkin bir self-determinasyon söylemleri gelişiyorsa, burada Esad kendine düşen negatif payı almalı ve Türkiye’yle bir an evvel aynı masada oturmalı.'

'Esad'dan beklentimiz; güçlü bir genel af'

Orallı, uyuşturucu gibi maddelerin Türkiye’ye girişinin ve gençler arasında yaygınlaşmasının temel sebebinin komşu ülke Suriye olduğunu belirtti:

Bir an evvel ortak bir akılla bir yönetim anlayışını geliştirmeliyiz. Temel kaygılarımız var. Terörle mücadelede yalnız kalmamalıyız; terörle ortak bir mücadele konumlanmalıdır. Maalesef, YPG-PYD gibi benzeri güçlerin yanı sıra diğer örgütlerin Suriye'deki etki sahaları da hala filizlenmeye devam ediyor. Ancak bu yetmez. Eğer hâlâ insan ticaretinden ve göçmen kaçakçılığından bahsediyorsak, Türkiye'nin üzerinde az durduğumuz ama bence temel sorunlarından biri olan uyuşturucu maddelerin yaygınlaşmasından söz ediyorsak, bunun maalesef temel kaynağı istikrarsızlık içinde bulunan komşumuz Suriye'dir.

Esad'dan bir beklentimiz var; daha ayakları yere sağlam basan güçlü bir genel af. Bu genel affın içerisinde kamu düzeni ve milli menfaatler gibi ifadelerin yeri olmadığı kanaatindeyim. Suriye'nin kuzeyinde çok sayıda sivil toplum kuruluşu var, ancak terörize olmuş gruplar da mevcut.

'Bu kaybedişi Netanyahu görmeyecek'

Ersin Orallı, İsrail’in kaybedeceğini belirterek, Gazze’deki bu katliama kim dur diyecekse tek vücut olmanın zorunlu olduğu gerçeğini unutmamamız gerektiğini vurguladı.

İsrail'i kaybedecek. İsrail bu bölgenin organik bir yapısı, organik bir devleti değil; organik olmayan tüm unsurlar bir süre sonra coğrafyadan uzaklaştırılır. Bu, Farabi'den İbn Haldun'dan bu yana organizmacı devlet anlayışında hep böyle kurgulandı.

Birkaç 100 yıl mı sürer? Birkaç 10 yıl mı sürer? Bunu göreceğiz. İsrail'in burada var olmak için demografisi, tarihsel koşulları, hukuku, siyaset anlayışı ve yaklaşımı asla dostane olmadığı gibi yeterli de değil.

Bu kaybedişi Netanyahu görmeyecek. Muhtemelen Netanyahu, o esnada demir parmaklıklar arkasında hayatının son demlerini yaşayan bir eski lider, bir katil, bir kasap olarak anılacak. Ama bir gerçeklik var; İsrail açısından Gazze şehrinde yaşattığı katliamlara, Batı Şeria'da her gün insanları katlettiği gerçeğine ve Güney Lübnan’ı işgal politikalarına kim dur diyecekse, bu coğrafyanın mazlum milletlerinin tamamının onun arkasında örgütlenmesi gerekir.

Hamas’sa Hamas, Hizbullah’sa Hizbullah; ya da Lazkiye'de Tarsus Limanı'ndaki tehditten dolayı eğer bunu Rusya yapacaksa, Rusya, Türkiye yapacaksa, Türkiye Müslüman coğrafyanın da Türk dünyasında bu coğrafyadaki uru atmak adına tek vücut olmasının zorunlu olduğu gerçeğini bizim Şii ya da Sünni ayrımı yapmadan, ortak bir fikir, karar, iş ve güvenlik birliği içerisinde hareket edecek olgunluğa bir an evvel erişmemiz lazım.

'İsrail, ABD'nin truva atı pozisyonunda'

İsrail bölgeye suni olarak konumlandırılmış ve artık hegemonyası her geçen gün sorgulanan ABD’nin zaman zaman o bölge için bir truva atı pozisyonda olduğunu söyleyen Orallı şöyle devam etti: 

'Yan yana durduğumuz devletlerle beraber makul bir koalisyon kurmalıyız; bu koalisyon askeri olmak zorunda değil. Yeter ki iş ve fikir birliği kuralım. Ardından zaten siyasi ittifak da doğar; güvenlik ve savunma alanında, dış politika alanında ittifak da doğar.

ABD ve İsrail'in, çok açık bir şekilde Lübnan'daki yapıyı önce Hizbullah'ı püskürtüp, ardından Lübnan Şii'lerinin büyük bir kısmının Suriye'ye göç etmesine sebep olduğunu ve Lübnan’ı ya ikiye bölüp ya da Hristiyanlaştırarak yeni bir model gerçekleştirmeye gayret ettiklerini görüyoruz.'