Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un 10 gün önce Çin’e yaptığı ziyaret, Çin ve Alman medyasında olduğu kadar, ABD medyasında da yakından takip edilmişti. Bunun pek çok sebebi vardı elbette. ABD’nin Almanya üzerindeki nüfuzu, Almanya’nın Avrupa Birliği’nin lideri oluşu, Çin – Almanya ilişkilerinin siyasi, ticari boyutu, ABD ve Çin arasındaki rekabet ilk sıralarda sayılabilir. Bu liste çok daha uzundur elbette. Çin ve Almanya arasındaki dış ticaret hacminden, iki ülkenin karşılıklı yatırımlarından, bu ilişkileri siyasi ilişkilerle de taçlandırma çabasından hiç memnun olmayan ABD, geçtiğimiz haftalarda bu memnuniyetsizliğini Berlin’e iletmişti hem de yüksek tonda! Ne var ki ekonominin gerçekleri kendi dinamiklerini dayatıyor. Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi, dünyada da en büyük 5 ekonomiden biri. Avrupa’da sanayi toplumu, sanayi kültürü, sanayi disiplini, mühendislik eğitimi denince akla ilk gelen devlet. Çin’in bir yükselen güç olarak dünyada artan etkisini de çok iyi biliyor Almanlar. Çin’in büyük bir pazar olarak, üretici olarak, yatırımcı olarak, ihracatçı ve ithalatçı olarak Alman sanayicilerin, tüccarların dikkatini çekmemesi olanaksız. Çin’in nükleer enerji üretiminin, toplam elektrik üretiminin yüzde 5’ine ulaştığını, halen 55 nükleer santralin faaliyette olduğu ülkede, 36 santralin de inşaat halinde olduğunu veya yakında inşaatının başlayacağını bilmez olur mu Almanya? Çin’in, dünyanın en büyük otomobil ihracatçısı olduğunu, bu ihracatta aslan payının yeni enerjili otomobillere ait olduğunu, otomotiv sektöründeki iddiasıyla da bilinen Almanlar görmezden gelebilir mi? Çin’de 2024 yılının ilk çeyreğinde yeni kurulan yabancı sermayeli işletme sayısının yıllık bazda yüzde 20,7 artarak 12 bine ulaştığını, yabancı yatırımcıların sahip bulunduğu Çin tahvil miktarının, bu yılın ilk çeyreğinde 41,6 milyar dolar net artış kaydettiğini takip etmiyor mudur Almanlar? Tüm bu soruların yanıtları bellidir. O nedenle ABD medyası da, Alman başbakanın, 2021 yılı sonunda göreve geldiği günden bu yana yaptığı bu en uzun gezinin, aynı zamanda en önemli gezisi olduğunu yazdı. O nedenle hemen ABD medyası ve ABD etkisi altındaki Avrupa medyası, her zaman yaptıkları üzere, Çin karşıtı yayınları dolaşıma soktular. Hemen emperyalizmin dilinden düşmeyen ve başka ülkelerin içişlerine karışmak için kullanmaktan hiç çekinmediği demokrasi, insan hakları, özgürlük, sivil toplum kavramlarını dillendirdiler. Almanya’nın ekonomisindeki durgunluğa dikkat çekerek, Alman şansölyenin işinin zor olduğunu, ABD ve Çin arasında bir denge tutturmasının kolay olmadığını anımsattılar. Bu tablo, ABD’nin hem Çin karşıtı politikalarını, aynen Rusya karşıtı politikalarını sürdürdüğü gibi sürdüreceğini hem de Avrupalı müttefiklerine, Çin’le aralarına mesafe koymaları için baskı yapmaya devam edeceğini gösteriyor. Gösterdiği bir diğer gerçek de, ABD’nin ağzının içine bakarak, ABD’ye göre konum alarak dünyada barışın, insan haklarının, özgürlüğün, demokrasinin savunulmasının mümkün olmadığı.