Cihadistler kuzeyden, siyonistler güneyden

Suriye’de Esad yönetiminin yıkılmasından en kârlı çıkanların başında İsrail geliyor.

İsrail, şimdi güneyden Suriye’de alan kazanmaya çalışıyor. 1967 yılından beri işgal altında tuttuğu Golan tepeleri bölgesini genişletmeyi hedefleyen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, tampon ve silahtan arındırılmış bölgeyi ele geçirip, ötesine ilerlemek istiyor.

İsrail ordusu ayrıca Şam’ın düşmesinin ardından Şam, Hama, Humus ve Lazkiye’de 250 hedefi vurdu (Sputnik, 9.12.2024). Bu hedefler arasında havaalanları, askeri üsler, silah depoları, bilim araştırma merkezleri bulunuyor (AA, 9.12.2024).

HTŞ’nin zaferinde İsrail’in rolü

Şam’ı ele geçiren terör örgütü HTŞ ise İsrail’in bu saldırıları karşısında sessiz. Çünkü cihadistler ile siyonistler arasında Esad’a karşı zımni bir anlaşma var.

Colani liderliğindeki HTŞ 27 Kasım’da İdlib’den harekete geçmeden önce, İsrail ilerleme hattını üç ay boyunca havadan vurarak temizlik yaptı. HTŞ’nin Şam’a doğru hızlı ilerlemesinde etkili olan faktörlerden biri de buydu: İsrail havadan vurdu, HTŞ karadan daha rahat ilerledi.

Nitekim Suriye sınırında konuşan İsrail Başbakanı Netanyahu, Şam’ın düşmesini şöyle değerlendirdi: “Bu, Esad rejiminin başlıca destekçileri olan İran ve Hizbullah’a indirdiğimiz darbelerin doğrudan bir sonucudur” (AA, 8.12.2024).

Nusayriliğe ve Şiiliğe karşı ortaklık

Cihadistlerle siyonistlerin ortaklığında Esad ve İran karşıtlığı var. Sünni cihadistler ile Yahudi siyonistler, Suriye Nusayriliğine ve İran Şiiliğine karşı ortaklık kurdular.

Anımsayın: Şam’ı ele geçiren Sünni cihatçı gruplar, İsrail İran’ı vurduğunda, bunu İdlib’de sevinçle kutlamışlardı, halka tatlı dağıtmışlardı.

Kısacası mezhepçilik, Ortadoğu’da ABD-İsrail’in at oynatmasını kolaylaştıran en önemli etkenlerin başında geliyor.

Ne yazık ki Ankara’nın mezhepçi yaklaşımının da Suriye’de İsrail lehine oluşan tabloya katkı sunduğu değerlendiriliyor. Örneğin Bush yönetiminde üst düzey bir yetkili olan Hudson Enstitüsü kıdemli araştırmacısı Dr. Michael Doran daha henüz Şam düşmeden şu değerlendirmeyi yaptı: “Şu anda neler yaşandığına bir bakın. Türkiye destekli güçler Şam’a doğru ilerliyorlar. Ne yapıyorlar? İsrail’e yönelik İran tehdidini ortadan kaldırıyor ya da ortadan kaldırılmasına yardımcı oluyor. Buradaki örtüşen çıkarlar açık ve dikkat çekici” (Harici, 9.12.2024).

Mart’taki temaslar

Ankara, izlediği Esad karşıtı çizgi ile kendisine geniş bölgede alan açan Astana ortaklığını da riske atmış oldu. İran ve Rus basınındaki olumsuz yorumlar, Tahran ve Moskova’nın bakışına ışık tutuyor.

Ankara, İsveç’in NATO üyeliğini onayladığından beri, ABD ile Rusya ilişkilerinde yönetmeye çalıştığı dengeciliği Washington lehine bozmaya başlamıştı zaten. Özellikle Mart 2024 başında Washington’da yapılan iki görüşmenin bunda etkili olduğu değerlendiriliyor. MİT Başkanı İbrahim Kalın ile CIA Başkanı Williams Burns ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, etkileri bugüne yansıyan önemli dosyaları ele almışlardı.

Aynı süreçte ABD’nin CENTCOM komutanı Orgeneral Michael Erik Kurilla, birçok ülkeyi kapsayan bir bölge turu yapmış ve Suriye’nin kuzeyini de ziyaret etmişti.

Bu sürecin sonunda iki tarafın yalanlamadığı bir önemli temas daha vardı: İsrail iç istihbarat örgütü Şin Bet’in lideri Ronen Bar, 16 Kasım cumartesi günü Türkiye’ye gelerek MİT Başkanı İbrahim Kalın ile görüştü. İsrail basını ziyaretin içeriğinin Gazze’de ateşkes ve esir takası olduğunu yazdı (Sol Haber, 18.11.2024)

Ankara-Washington hattı

Cihatçı grupların 27 Kasım’da harekete geçmesi sonrasında da Ankara-Washington hattında yoğunluk sürdü. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Şam düştükten sonra yaptığı açıklamada “Amerikalı dostlarımızla temas halindeyiz” diyordu (AA, 8.12.2024).

Özetle bir süredir iç politikada kullanılan “Eyy Amerika” söylemi, adım adım “Amerikalı dostlarımız”a dönüşmüş oldu. Esad karşıtlığı ve İran’a bakış, Türkiye’yi ne yazık ki yanlış bir cepheye konumlandırdı!

Mehmet Ali Güller