Geçtiğimiz hafta Orta Doğu için adeta bir Milat oldu. İsrail, Lübnan ve Suriye'de daha önce emsali görülmemiş kitlesel bir saldırı gerçekleştirdi. Çağrı cihazları ve telsizleri adeta bir bomba gibi kullanarak bu cihazları kullananları hedef aldı. 5 bin çağrı cihazını tuzakladığı iddia ediliyor.
Kanaatimce ana hedef yeraltında bir sığınakta yaşayan ve dışarıya pek nadir çıkan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve lider kadroydu. Siparişi verilen 5 bin çağrı cihazından hangisinin Hasan Nasrallah’a ve lider kadroya gideceğini bilemeyen İsrail çareyi bütün cihazları tuzaklama da buldu. 5 ay boyunca cihazlara hiçbir şekilde müdahalede bulunmayan İsrail, cihazların deşifre olduğunu anlayınca, cihazları patlatmak zorunda kaldı. İsrail neden beş ay bekledi? Çünkü Hasan Nasrallah'ın veya yakınlarının veya korumalarının bir şekilde bu çağrı cihazını kullanmalarını bekledi ki düğmeye basabilsin ama olmadı Nasrallah cihazı kullanmadı, kullanmadan da zaten deşifre oldu.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, savaşlar ve devrimler yüzyılı olan 20. yüzyıldan daha karmaşık ve çetin geçeceği daha şimdiden belli oldu. Devletlerin terör örgütlerine destek vermesinden daha korkunç olanı bir devletin terör örgütü gibi hareket edip, terör örgütüne dönüşmesidir. İşte İsrail örneği ortadadır. Kendisini hala 1948 öncesindeki Yahudi terör örgütleri olan ve İsrail devletinin temellerini oluşturan Irgun, Stern ve Haganah döneminde zanneden bir devlet aklı var. Bir ülkeyi terör örgütleri ve grupları kuruyor ve o ülkenin başına bu terör örgütlerinin liderleri geçiyorsa o ülkeden ancak ve ancak terörden başka bir politika beklenemez çünkü terörle kurulmuş bir yapı ancak bunu üretir.
Saldırılardan birkaç gün sonra Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, kamuoyuna yaptığı konuşmasında İsrail'in daha önce örneği görülmemiş bu saldırısına karşı kendilerinin de farklı bir üslupla karşılık vereceklerini, bunun yeri ve zamanının kendilerinde saklı olduğunu söyledi. Nasrallah’ın konuşmasından bir gün sonra Hizbullah'ın üst düzey isimlerinden ve 1980’lerde Lübnan'da batılılara karşı yapılan bir dizi eylemden sorumlu tutulan ve ABD tarafından başına 7 milyon dolar ödül konmuş olan İbrahim Akil Beyrut'ta İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybetti.
Bu son İbrahim Akil olayı ile birlikte Hizbullah'ın daha önceki lider ve komutanlarının da kamuya açık sivillerin oturduğu bir apartman dairesinde öldürülmesi dikkat çekicidir. İsrail'in 7/24 kendilerini takip ettiklerini bildikleri halde neden ısrarla halka açık yerlerde bilinen adreslerde bu komutan ve liderlerin toplantı yaptığı anlaşılamamaktadır. Hasan Nasrallah'ın kendisi sığınak da saklanırken neden tepe kadrosunun dışarıda halka açık bu tip yerlerde bir araya gelerek toplantı yaptığının bir mantığı yok zira göz göre göre bu isimlerin İsrail tarafından öldürüleceği bilindiği halde neden bu tip toplantılara izin verildiğinin sorgulanması lazım. Neden yeraltında veya daha güvenli bir yerde bu toplantılar yapılmıyor? Bu tip örgütler için en büyük tehlike bulundukları alanları kendilerine güvenli bir liman olduğunu zannettikleri andır. “Burada bize bir şey olmaz, burası bizim kalemiz” mantığı aslında düşmana verilen en büyük fırsattır.
İsrail bir kara harekatına veya bir işgal harekatına girişir mi?
Cevap olarak İsrail daha kapsamlı bir hava harekatını sürdürür ama asla topyekûn bir işgal veya kara harekatına girişmez. Belki belli kara hedeflerine elit birlikleri ile operasyonlar düzenleyebilir; bu da gir-çık şeklinde olabilir ama asla uzun soluklu bir işgal süreci başlatamaz. 2006'da İsrail, bu gerçeği gördü. Bu nedenle bu tecrübeden yola çıkarak bir tarafta Gazze Savaşı sürerken öbür tarafta Batı Şeria patlamanın eşiğine gelmiş, elindeki asker sayısı belli iken İsrail'in savaş tecrübesi olan 100 bin silahlı savaşçısının olduğu düşünülen Hizbullah'a uzun soluklu bir kara harekâtı yapması demek İsrail ordusunun intihar etmesi anlamına gelir. Bu nedenle İsrail ordusu içerisinde de görüş ayrılıkları var. İsrail Savunma Bakanı Galant’ın Lübnan konusunda bazı şüpheleri olduğu biliniyor bu nedenle Netanyahu, Galant’ı görevden almak istediği biliniyor hatta geçen hafta bu bir siyasi krize dönüşmek üzereydi ki İsrail ordu istihbaratı Beyrut'taki çağrı cihazları ve telsizlerle bir saldırı düzenlemesiyle bu rafa kalktı. Bu saldırı savunma Bakanının hanesine bir puan yazdı. Bundan sonra Netanyahu’nun Galant’ı görevden alması daha da zorlaştı.
Gazze'de savaşı kaybeden Netanyahu sessiz sedasız orduyu Gazze'den çekebilmek için kuzey operasyonunu icat etti. Netanyahu, İsrail ve Dünya kamuoyuna kuzeydeki Hizbullah'a karşı operasyon daha önemli dolayısıyla Gazze’den bir takım kuvvetlerimizi çekiyoruz diyecek. Aslında İsrail ordusu Gazze’den çekilecek yani mağlubiyeti kabul etmeden kendilerince “onurlu bir çekiliş” yapacak.
İsrail siyaseti, ordusu ve toplumu hiç olmadığı kadar ayrışmış, parçalanmış bir durumdadır. Netanyahu hükumetine ne halk ne de ordu destek veriyor. Ordu kendi içinde Gazze ve Hizbullah konusunda bölünmüş durumda. Zaman zaman emre itaatsizlik ettikleri dahi oluyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda Refah bölgesinde İsrail ordusu kendi inisiyatifi ile taktiksel ateşkes ilan etmişti. Netanyahu bu gelişmeyi baından öğrendiğini söyleyerek bu ateşkes ilanının geçersiz olduğunu kamuoyuna açıkladı.
Düşünün bir defa, hükümet bir savaş yürütüyor, emrindeki ordu kendisinden habersiz sahada inisiyatif kullanıyor, emre itaatsizlik yapıyor ve hiçbir şey olmamış gibi başbakan yola devam ediyor. Netanyahu, bu olaydan sonra ne Genelkurmay Bakanını ne de Savunma Bakanını görevden aldı.
Bu nedenle, böyle bir parçalanmış bölünmüş bir İsrail siyasetinin kuzeyde Hizbullah'a karşı bir savaş yürütmesi zor ama İsrail bu çağrı cihazları üzerinden yaptığı saldırıyla Lübnan halkı üzerinde bir korku oluşturdu. Şimdi Hizbullah'ı yalnızlaştırmak adına İsrail bu korkuyu Lübnan halkı üzerinde kullanıyor. Hizbullah'ın kendi destekçileri olduğu gibi Hizbullah'a muhalefet eden çevreler de var. Lübnan halkının hepsi Hizbullah’ı desteklemiyor dolayısıyla İsrail de buraya oynuyor. Hizbullah'ın nüfusu dışındaki halkı ve siyasetçileri etkileyerek bir nevi kamuoyunda Hizbullah üzerinde bir baskı yaratılmasını istiyor.
Zaten terörün de amacı hedef kitleye korku salmak, şüphe tohumları ekmek, bıkkınlık ve yılgınlık oluşturmak. İsrail'in Lübnan üzerinde oynadığı oyun tam da budur. Bir başka değişle Lübnan'da bir kara harekatı değil aksine İsrail'e psikolojik bir harekat başlamıştır. Bu psikolojik harekat bir süre devam edecektir. Artık Lübnan'da insanlar elektronik cihazlardan uzak duruyor. İsrail'in hedeflemiş olduğu bu korku iklimi başarılı olmuş gibi duruyor.