Avrupa ve ABD’deki seçim sonuçlarını, kimler yanlış yorumluyor?

ABD’deki başkanlık seçimlerinde, önceki başkan ve Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump, büyük bir başarı elde edip yeniden seçilince, Demokratları destekleyen pek çok ünlü ABD yurttaşı, ülkelerinden ayrılıp Avrupa’ya yerleşme kararı almışlar. Liberal akademisyenler, anketçiler, gazeteciler arasındaki hoşnutsuzluk ve düş kırıklığı da dikkat çekiyor batıda. Avrupa’daki aşırı sağın yükselişinin üstüne bir de Trump gelince, Avrupa’da da canı sıkılan çok kişi var.

Fakat bu tartışmaları, asıl ideolojik, sınıfsal düzlemde yapmak gerekiyor. Sosyal demokrasinin, gelişmiş, kapitalist, merkez ülkelerde işçi sınıfının sistem içinde kalması, yüzünü daha sola dönmemesi için, devreye sokulduğunu hatırlamak gerekiyor. Keza sosyal demokrat partilerin, ülkelerinin egemen sınıflarının, büyük sermaye çevrelerinin beklentilerine nasıl da olumlu yanıt verdiklerini, emperyalist politikaları, işgalleri, talanları, soykırımları nasıl da desteklediklerini bilmek gerekiyor. Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere, sosyal demokrat partilerin ABD’nin Ortadoğu’daki barbarlıklarını, zulümlerini nasıl alkışladıklarını hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor.

O nedenle ABD ve Avrupa’daki popülist liderleri tartışırken, normal şartlarda sol partilerin seçmeni olan, olduğu varsayılan, olması gereken yurttaşların niçin bu liderlere yöneldiklerini anlamak için, daha kapsamlı ve ayrıntılı düşünmek, toplumsal ve sınıfsal tahliller yapmak şart.

Biliyoruz, popülist rejimlerin belli başlı ortak özellikleri vardır. Birincisi, kimlik siyasetine sarılmalarıdır. İkincisi, içte ve dışta düşman yaratarak, seçmen tabanını tahkim etmeleridir. Üçüncüsü, karizmatik liderliktir. Dördüncüsü, kamu kaynaklarını, devletin olanaklarını yakın çevreye dağıtmak, eşi, dostu zengin etmek, destekçilerine, yakın çevrelerine kamu kaynaklarını peşkeş çekmektir.

Otoriter popülist liderler, sahip oldukları gücü sürekli artırmaya çalışırlar. Bu gücü sürekli istismar ederler. Kişisel amaçları için, kendi iktidarlarının devamı için, kötü niyetli biçimde kullanırlar. Belirtmek gerekir ki, Max Weber’in otoriteye ilişkin yaptığı ayrım, bu bağlamda da öğreticidir.

İlki, meşruiyetini gelenekten, dinden, soydan alan otoritelerdir.

İkincisi, meşruiyetini yasalardan alanlardır. Devlet bürokrasisiyle uyum içinde, hiyerarşiyi, liyakati, yasalara sadakati gözeterek çalışanlardır.

Üçüncüsü, karizmatik ve otoriter liderlikle, ülkeyi yönetenlerdir. Bu lider tipinin, sıklıkla olağanüstü dönemlerde ortaya çıktığı, diğerleri arasından sivrildiği, seçimlerde de büyük başarı elde ettiği bilinir.

Bu tür bir liderlik, kolaylıkla rejimin meşruiyetini, kişi kültü üzerine oturtmaya heves edebilir. Kişi kültünden başka, bir türü daha vardır bunun. O da parti aygıtına dayanan sivil otoriter rejimdir ki, sıklıkla ilk ikisinin iç içe geçtiği durumlar da görülür.

Dahası da var.

Liberal demokrasi; son yıllarda çok olumsuz kimi kavramlarla anılmaktadır batıda kimi çevrelerde. Yolsuzluğu, kayırmacılığı, hırsızlığı, kamu kaynaklarının yağma ve talan edilmesini, iltiması, torpil geçmeyi, eş – dost, ahbap – çavuş ilişkilerini anlatan kavramları, kleptokrasi gibi, kliantalizm gibi, patrimonyalizm gibi son yıllarda batı ülkelerinde de çok sık duymanın nedenleri vardır şüphesiz.

Bu durumun önemli sebepleri arasında, insani, ahlaki değerlerdeki çürümeyi, çözülmeyi, çöküşü, yozlaşmayı hemen akla getirebiliriz. Bencillik, bireycilik, köşe dönmecilik de bu kapsamda akla gelir elbette. Şüphesiz ideolojilerin geri plana düşmesi, siyasetin de ideolojik temelini, sınıfsal temelini önemli ölçüde yitirip, gündelik, popülist söylemlerle, kişisel çıkar amaçlı yapılması da önemlidir ve bu çürüyüşün nedenleri arasındadır. Şüphesiz bu liste daha da uzatılabilir.

Bu nedenle ideoloji ve ideolojik berraklık üzerinde uzun uzadıya durmak gerekir. Çünkü siyasete yön vermeyi amaçlayan, hayatı, dünyayı kavramada, anlamada, yorumlamada kılavuz niteliği olan, kendi içinde tutarlı düşünceler bütünüdür ideolojiyle kastettiğimiz.

O nedenle sınıflı toplumda, sınıf temelli bir demokrasi mücadelesi vermek gerektiğini ıskalayarak, demokrasiyi sadece liberal özgürlükler ve değerler kapsamında kavramak, seçimden ibaret görmek, toplumsal eşitsizlikleri, sınıfsal çelişkileri görmezden gelmek, büyük yanlıştır.

ABD’deki ve Avrupa’daki seçim sonuçlarına şaşıran pek çok liberal demokratın ve sosyal demokratın anlamadığı da budur.