Amerikan Kongresi'ndeki rezalet: Batı medeniyetinin sonu

Harvard Üniversitesi’nin ünlü uluslararası ilişkiler profesörlerinden Stephen Walt İsrail Başbakanı ve Gazze’de devam eden soykırımsal etnik temizlikten birebir sorumlu Netanyahu’nun Amerika’ya varışından evvel karar alıcılara şu tavsiyede bulunuyordu: Netanyahu’nun Kongre’de yapacağı konuşmayı dikkatle dinleyin ve ne tavsiye ediyorsa aynen tersini yapın; çünkü bu, hem Amerika hem de İsrail için daha iyi olacaktır. 

Walt Amerika’da ve dünyada oldukça tanınan birisi ama, çoğu zaman olduğu gibi, onun da siyaset planlamada sözü pek dikkate alınmıyor. Örneğin Irak’ın işgaline (2003) karşı çıkmasından 2011 yılında çok kutupluluğun gelişini gayet açık bir şekilde tahmin etmesine kadar Amerikan dış politika elitinin öncü kadroları arasında yer aldığına şüphe yok; ancak ‘kurallara dayalı dünya düzeni’ni koyanın da istediği zaman bozanın da Amerika olduğunu yazıp söylediği için siyaset planlamasına katkıda bulunanlar arasında olduğu söylenemez.

Meşhur Foreign Policy dergisinin köşe yazarı da olan Walt’un bir başka özelliği de Amerikan dış politikasında İsrail lobisinin gittikçe artan etkisini ciddi bir şekilde eleştirmesi. Bu, İsrail’e karşı olduğu anlamına gelmiyor tabii; ama Amerikan dış politikasındaki karar alma sürecinde İsrail lobisinin bu denli etkili olmasını doğru bulmuyor haklı olarak. Dolayısıyla Netanyahu’nun Kongre’de konuşma yapmasından evvel ‘adamı iyi dinleyin ama ne derse tam tersini yapın; çünkü Amerika ve İsrail için böylesi daha iyi olacaktır’ derken hem ciddi bir eleştiriyi dile getiriyor hem de Amerika’da giderek artan İsrail ve Netanyahu eleştirilerini de dile getirmiş oluyordu.

 Sözlerinin dinlenmeyeceğini bilerek...

Netanyahu gibi birisinin, üstelik Gazze’de soykırım suçu işlendiğine dair deliller adeta yığınla artarken ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Güney Afrika’nın başvurusu ile başlattığı dava sürecini esastan incelemeye başlayıp İsrail aleyhine ara kararlar verirken Amerikan Kongresi’nde adeta bir kahraman gibi alkışlanması Batı medeniyeti adına ne kaldıysa hepsini süpürüp gitti. Batı uygarlığı adına övünerek anlatılan temel değerlerin başında ifade/basın özgürlüğü gelirdi. Ukrayna’daki savaşla birlikte özellikle Avrupa’da bu konuda korkunç bir gerileme yaşanmaya başlamıştı. Gazze’de yaşananlar bütün bunların üzerinde adeta tüy dikti.

Öyle ki, bizzat tanıdığım ve harici.com.tr adına Stratejik sohbetler (Stratejik Pusula) yaptığım pek çok Avrupalı uzman (özellikle Almanya’da) Ukrayna Savaşı, Gazze olayları gibi konularda alternatif görüşlerin tartışılmasının ve yazılmasının neredeyse imkansız hale geldiğini söylüyorlardı. Örneğin dünya çapında bir uluslararası hukuk uzmanı olup uzun yıllar BM’de hukuk komitelerinde görev yapan Profesör Alfred de Zayas kendisine Almanya’dan yapılan konferans/seminer ve ders davetlerini geri çevirdiğini; çünkü konferans veya derste yapacağı eleştirilerden dolayı savcıya ifade vermek zorunda kalmak istemediğini programda bana söyledi. 

Her ne kadar Türkiye’deki Batıcılar bunları görmezden gelseler de Batı dünyası Ukrayna savaşı ile birlikte Ruslara/Rusya’ya karşı ırkçılık kokan her türlü yaptırıma başvurdular. Orkestra şefinin Rus diye görevine son verilmesinden dünya çapında Rus klasiklerinin okuma listelerinden çıkarılmasına ve hatta Rus kedisinin güzellik yarışmasına alınmamasına kadar bir dizi saçmalık…Putin propagandasına izin vermeme bahanesiyle yapılan bu ırkçı polisiye düzenlemeler Batı’nın ahlaki argümanlarına ciddi bir darbe vurmuştu. Netanyahu/İsrail’in Gazze’de yaptıkları ise Batı’nın bizzat kendisinin inşa ettiği düzenin tepetakla olmasına yol açtı.

UAD’nın konuyu esastan ele alması üzerine bu mahkemeye yönelik ABD’den gelen tehditkâr yaptırım açıklamaları Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının Netanyahu ile ilgili gözaltı kararı almak istemesiyle Amerika ve Batı’nın ahlaki değerler rezaletine dönüşüverdi. Bir anda ‘biz bu mahkemeleri Afrika ve benzeri ülkelerin politikacıları vb. için kurmuştuk, ne yani İsrail’i ve bizi de mi yargılayacaklar’ sesleri başka ülkelere dayatılan demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve kurallara dayanan uluslararası düzen sözlerinin nasıl lafta kaldığını veya başka bir ifadeyle çifte standartla uygulandığını ortaya koyuverdi.

Ukrayna savaşı ile başlayan bu süreci İsrail ve Netanyahu Batı’nın kurduğu düzenin kurumsal yapısını yıkarak sürdürüyor. Durmaya da hiç niyeti yok gibi… Kongre’den aldığı destek ve Kongre üyeleriyle Amerikan elitine verdiği talimatların da alkışlarla başüstü yapılmasından sonra tabii ki durmaz.

Fakat bu düzen de böyle yerinde durmaz/duramaz. Dünya hızla çok kutupluluğa evrilirken muhtemelen Orta Doğu’da İsrail’in daha fazla aşırılıklar yapmasına şahit olacağız; çünkü Trump’ın kazanması Ukrayna’da savaşı durdurabilir (eğer o zamana kadar ABD Derin Devleti Trump’a savaşa devam etmekten başka seçenek bırakmayan bir şeyler yapmazsa); fakat Trump yönetiminin İsrail’i dizginleyeceğinin pek garantisi yok gibi.

Her şeye rağmen Çin’in Orta Doğu’da yürüttüğü barışçı politika ve girişimlerin sonuç vermesi ümitleri artırıyor. El-Fetih ve Hamas başta olmak üzere bütün Filistinli mücadele gruplarının geçen hafta Beijing’de aralarındaki çatışmaları durdurarak birlikte hareket etme kararı almaları çok önemli bir gelişme. Daha önce Arap Ligi ülkeleri ile Çin arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine yönelik Beijing toplantısı ve Çin diplomasisi sayesinde İran ve Suudi Arbistan başta olmak üzere Körfez Araplarının uzlaşmaları… Bütün bunlar İslam İşbirliği Teşkilatı, Çin, Rusya ve diğer BRICS ülkeleri ve mazlum dünyanın artan ilgisi ve katılımıyla büyük bir diplomatik platforma dönüşecek gibi görünüyor. Artık Amerika’nın bu gibi girişimleri engelleme gücü kalmadı.