ABD'nin “kurtlukta düşme” sendromu

BİR KONUŞMADA ONCA ÇELİŞKİ “Adil yeni dünya düzeni” talebini, uzun zamandır gelişmekte olan ülkeler seslendiriyor. Ağzını açan her Amerikalı yetkilinin buna yanıtı, ABD'nin koyduğu ve canı istediği zaman istediği gibi eğip büktüğü “kurallara dayalı düzen” oluyordu. Biden'in sözleri “kurallara dayalı düzen” tekerlemesinin artık sürdürülemez olduğunu ABD yönetimi de farketti demek mi oluyor? Bir de şu var: Sullivan 27 Nisan'da, Biden'in 50 yıl iyi işlediğini öne sürdüğü küreselleşmenin sona erdiğini, ABD'nin politikasının artık “yüksek çitlerle çevrili küçük avlu” kurmak olduğunu söylemişti. Sullivan'ın sözünü ettiği avluda Avrupa ülkeleri, Kanada, Japonya, Avustralya ve kabul ederlerse birkaç ülke daha olacaktı. Yani dünya değil, dünyanın küçük bir parçası… Biden'in sözlerinden “yüksek çitlerle çevrili küçük avlu” projesinin de yürürlükten kalktığı sonucu mu çıkarılmalı? GERÇEKLİKLE İHTİRAS ARASINDA DENGE KURMA SORUNU Uluslararası politikada, ABD'nin iyiden iyiye akılcılıktan ve öngörülebilirlikten uzaklaşmakta olduğuna yorumlanabilecek belirtiler var. Bu yorumlama doğruysa, iki durumla açıklanabilir: Ya yönetim içinde dünya politikası konusunda çok derin bir çatışma ve ayrışma var; ki Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile Hazine Bakanı Janet Yellen'in Haziran ayındaki Çin ziyaretlerinde bunu doğrulayabilecek işaretler gözlendi. Sanki Yellen neo-con Blinken'i dengelemek için gönderildi gibi bir izlenim doğdu. Ya da ABD'deki güç kaybı dışarıdan görüldüğünden daha derin ve ABD hegemonyacı alışkanlıkları ile gerçekliği dengeleme sorunları yaşıyor. Dünyaya Avrupa'nın ve öteki müttefiklerinin ABD ile aynı safta uygun adım yürüdüğü yansıyor değil mi? Ama yansıma ile gerçeklik tamamen örtüşüyor mu? Almanya'nın, sanayisizleşmesine yol açan kendisine ait Kuzey Akım boru hatlarının ABD tarafından bombalanmasına içerlemediğini ve yakın gelecekte bu terör olayına ilişkin, kimi ayrıntıları artık herkesçe bilinen gerçeklerin bütün yönleriyle masaya konulmayacağını kim söyleyebilir? Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın Beijing'de, hakkında gözaltına alma kararı çıkarılan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi yalnızca cesurane bir eylemden mi ibaret, yoksa Avrupa'da alttan alta gelişen bir tepkiyi ifade etmesi için Orban teşvik mi edilmiştir? NATO'NUN GELECEĞİ ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra statükoyu kurmuş olmasından ve müttefikleri ile aynı ideolojik zemini paylaşmaktan bugüne kadar fazlasıyla yararlandı. Fakat o kadar ileri gitti ki, ekonomilerini çökerterek müttefikleri için bekâ sorunu yarattı. Almanya ve Fransa gibi büyük kapitalist devletlerin müesses nizamları bunu sineye çeker mi? Kurum olarak Avrupa Birliği'nden (AB) söz etmiyoruz, devletler olarak Almanya ve Fransa'dan söz ediyoruz. AB, Biden'in “kaybettik” dediği 1945 dünya düzeninde Almanya ve Fransa'nın ortak nüfuz bölgesi olarak tasarlanmıştı; Polonya'nın Almanya'yı azarlayabileceği bir platform olarak değil. Ayrıca NATO ne olacak? Eski düzenin bir kurumu olan NATO, mevcut hali ile yeni dünya düzenine nakil mi yapacak, yoksa yerini başka bir örgüt mü alacak? Avrupa ülkelerindeki “ABD bizi ortada bırakacak” endişesi yersiz olmayabilir. ABD'nin ilgisini daha çok Arktik, Kuzey Denizi-Pasifik hattına yoğunlaştırmakta olduğu gözleniyor. Avrupalı müttefikleri, NATO'nun kendilerinin savunma örgütü olmaktan çıkarılarak, binlerce kilometre uzaklıktaki Pasifik'e odaklanan bir askeri örgüt haline getirilmesini kabul eder mi? AMERİKAN HALKI PARÇALANDI Biden, Ukrayna'ya ve İsrail'e yardım için Kongre'den isteyeceği 106 milyar dolarlık askeri ödeneği, “geleceğe yatırım” olarak sundu. Nasıl geleceğe yatırım ise, ortada ABD hükümetinin temerrüde düşme olasılığı daha varken Temsilciler Meclisi'nin başkanı yok ve başkan seçilmediği sürece Kongre'den ödenek çıkması olanaksız. Temsilciler Meclisi, zaten Amerikan halkının Ukrayna'ya askeri yardım yapılmasına karşı çıkışının ve parçalanmışlığının bir tezahürü olarak başkansız kaldı. Halk, Biden “geleceğe yatırım” gibi kof bir seçim sloganı atınca tutum değiştirir mi? Dünyaya nizam vermek, başka şeylerin yanı sıra, önce Amerikan halkını projenin arkasında birleştirmeyi ve arkasından dünya ölçeğinde yaygın rıza oluşturmayı gerektirir. Amerikan halkı giderek daha fazla parçalanıyor ve ABD'nin dışarıda macera arayışını daha fazla sorguluyor. Gelişmekte olan ülkelerin eşitlikçi ve adil dünya düzeni talebi ise, ABD hegemonyasına karşı yükseldi. Gelişmekte olan ülkelerin böylesine ayakta oldukları bir dönemde, ABD nasıl dünya düzeni kuracak? BARIŞ YAPMA KUDRETİ Savaş çıkarmak düzen kurucu yapmaz. Savaş çıkarmak kadar barış yapmaya da muktedir olmak gerek. ABD'nin savaş çıkarma gücü var, ama yayılmacı ve hegemonyacı doğası barış yapmasına izin vermiyor. ABD'nin ve NATO'nun Ukrayna'daki vekalet savaşı, kim ne derse desin kaybedilmiştir. Sahada kaybedilmiştir, uluslararası düzlemde kaybedilmiştir, Amerikan ve Avrupa kamuoylarında kaybedilmiştir, bizatihi savaşı yönetenlerin zihninde kaybedilmiştir. Kaybedildiği halde, barış yapma yeteneğinden yoksun olmak nedeniyle sürgit uzatılan bir savaşla dünyaya yeni düzen verilir mi? Filistin sorununda da durum farklı değil. ABD'nin ve İsrail'in her eylemi sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor ve dünyanın daha çok tepkisini topluyor. Dünya kamuoyu, 1990'lardaki esnekliğini sağlayan olanakları tükettiği ve yapacak başka bir şeyi olmadığı için ABD'nin İsrail'in arkasında durmaktan başka çaresi kalmadığının farkında. Öyleyse Filistin-İsrail çatışmasındaki konumlanışı da ABD'nin yeni bir düzen kurması için başlangıç noktası olamaz. Öte yandan, mevcut stratejik ortamda en büyük ekonomiye, en büyük askeri güce ve dolar gibi benzersiz bir araca, doları korumakta olan mali sisteme sahip bir süper devletten söz ediliyor. ABD'nin her zaman durumu başka yöne çevirebilecek olanakları ve araçları fazlasıyla bulunuyor. Hiç kimse ABD'nin kendi adasına geri çekilmeyi gürültüsüz patırtısız kabulleneceğini söyleyemez. Var olan çatışmaların dışında başka çatışmalar beklenmelidir.