Zülal Çelik
Donald Trump, 2024 başkanlık yarışında, büyük destekçileri ve güçlü bağışçılarının yardımıyla bu seçimde zafer ilan etti. Ancak, bu sonuç, ABD demokrasisinin gerçek yüzünü değiştiremez. Artık hangi adayın kazandığının değil, hangi sermaye grubunun desteğinin alındığına dair bir yarış mevcut. Bu noktada, Amerikan halkı için demokrasiyle ilgili büyük bir sorgulama süreci başlıyor. Seçimler, giderek daha fazla bir “sermaye elitizmi” haline geliyor. Yani, en zengin grupların ülkenin politik kaderini şekillendirdiği bir sistem. Bunun en büyük kaybedeni ise halkın demokratik iradesi oluyor. Peki bu elitizm nasıl işliyor?
ABD siyasetinde sıkça duyulan bir deyiş var: “Para, ABD siyasetinin ana sütüdür.” Ülkenin demokratik temsile dayalı seçim sistemi, uzun bir süredir sermayenin kontrolünde. Sermaye siyasetine dayalı bu yapı, demokrasinin sağlıklı işleyişine gölge düşürüyor. Seçimlerin sonucunu etkileyenin vatandaşlar değil, sermaye elitizmini yöneten çıkar grupları olduğu düşüncesi, ABD halkı arasında giderek yaygınlaşıyor. Artık, seçimlerin baştan sona bir "sermaye elitizmi" olduğu yaygın bir kanı.
ABD’de adayların seçimde başarılı olabilmesi için güçlü sermaye desteği neredeyse zorunlu hale gelmiş durumda. Yapılan istatistikler, 21. yüzyılla birlikte seçim harcamalarının katlandığını gösteriyor. Örneğin, 2004 yılında yaklaşık 700 milyon dolar olan seçim harcamaları, 2016’da 6,6 milyar dolara, 2020’de ise tarihi bir rekorla 14 milyar dolara ulaştı. Uzmanlar, bu yıl da yeni bir rekorun kırıldığına kesin gözüyle bakıyor.
Bu “maliyetli seçim oyunu” sonucunda ABD'nin demokratik sistemi, zenginleri ve güçlü çıkar gruplarını koruyan bir yapıya dönüşüyor. ABD’deki birçok vatandaş, paranın seçimleri ve dolayısıyla ülkenin geleceğini şekillendirmesinin demokratik olmadığını düşünüyor. Artık, seçimin kimin kazandığının değil, hangi sermaye grubunun desteklediğinin daha büyük önem taşıdığı bir dönem yaşanıyor.
Lobiler ve bağışçılar: Gizli güç odakları
Seçimlerin kapitalist yapısını destekleyen lobicilik faaliyetleri de bu sermaye elitizmini besliyor. Örneğin, büyük teknoloji şirketleri genellikle Demokrat Parti’yi desteklerken, petrol ve doğal gaz devleri Cumhuriyetçi Parti'nin en büyük finansal destekçileri arasında. Bu desteklerin arkasında, her iki partinin de iktidara geldiğinde bu sektörlerin çıkarlarına uygun politikalar izlediği biliniyor. Cumhuriyetçi Parti iktidarında çevresel düzenlemelerde gevşemeye gidilirken, Demokrat Parti dönemlerinde teknoloji devlerine vergi muafiyetleri ve mali destek sağlanıyor. Bu çıkar odaklarının desteklediği politikacılar, ABD yönetimini yönlendiren asıl güç oluyor. ABD halkının “devletin sahibi” olduğu iddiası ise kağıt üzerinde kalıyor. Sermaye sahiplerinin ülke siyasetini neredeyse ipotek altına aldığı bu durumda, halkın demokratik katılımı gerçek bir anlam taşımaktan uzaklaşıyor.
Demokrasiye güvensizlik
ABD Pew Araştırma Merkezi’nin 2023 yılında yaptığı ankete göre, ABD vatandaşlarının yüzde 72'si ülkenin artık “demokrasiye layık” bir sistem olmadığını düşünüyor. "Demokrasinin deniz feneri" olarak görülen ABD'nin, aslında kapitalizmin yönlendirdiği bir sistem içinde olması, halkın oy hakkını anlamsızlaştırıyor. Kimin başkan seçildiğinden bağımsız olarak, bu paranın döngüsü ve çıkar gruplarının baskısı, her zaman kazananın belirleyicisi oluyor.
Son olarak, ABD’deki sermaye siyaseti, sadece demokrasiye değil, toplumsal yapıya da zarar veriyor. 6 Ocak 2021’de Capitol Hill’de yaşanan olay, ABD’nin siyasi ve toplumsal kutuplaşmasının derinliğini gözler önüne serdi. Bu olay, seçimlerde paranın belirleyici rol oynadığı ve toplumun güvensizliğinin arttığı bir dönemin simgesi haline geldi. ABD, bu duruma bir çözüm bulamadıkça “demokrasinin deniz feneri” iddiasını sürdürebilse bile, halkın gözünde bu ifade gerçekliğini yitiriyor. ABD vatandaşlarının demokratik haklarından yararlanabilmeleri, cüzdanlarının doluluğuna bağlı hale gelmiş durumda. ABD demokrasisinin bu “gerçek yüzü”, dünyaya kapitalist çıkarların demokrasiyi nasıl dönüştürdüğünü açıkça gösteriyor.